Şu saate kadar mutlu olabilmek için elimden ne gelirse yaptım. Hayatımda ilk defa böylesine yapayalnız bir yılbaşı geçiriyorum. Ne ailem, ne arkadaşlarım ne de sevdiğim insan yanımda değil bugün. Öbür yandan küçük kedişim ve sigaram kesinlikle yanımda.

Işıkları kıstım bu gece her yerde sanki birer mum ve sis altında bir dağ. Kulağımda en sevdiğimiz şarkılar, kasetlerden dökülüyor. Gözüm kesinlikle, dışarıda karanlığın içinde gölgeni arıyor. Bulamayacağını bildiğinden gölgene odaklanıyor sadece.

"1 geçmiş senede "hayır!" demeyi öğrendim mesela. Ne kadar iyi öğrendiysem bir o kadar da seni özledim. Fotoğraflarımız da hala durur mesela silemedim."

Yatağın üzerinde bir ışık pırıltısı, şiddetle çektiği etki ve sanki bir anının, zihnimize biranda çarpması gibi.

İşte bu yüzden saatler geçtikçe kafam daha da ağırlaşmaya başlayacak. Hayal etmekten ve anımsamaktan korktuğum için. Sanki bir ruhum yokmuş gibi uyumaya başladığım zaman. Bütün bir senenin tüm acıları bir günde uçar gider mi sırtımdan.

Dişler çoktan kasılmaya başladı bile, kırmamak için ne yapıyorduk. Bir şeyler çiğniyorduk ve bunu ben unutmuş gibiyim.

Rock mı yoksa arabesk mi yapmalıyım der gibi ruhum. İkisi de isyan yöntemi değil mi zaten neyin seçimi olabilir ki bu ?

Dünün aksine ölümden çok daha fazla korktum bugün. Sen olmadan gittiğim her yerde bir korku yaşadım, güvensizdi benim için.

Ve ne yazdığımın farkında bile değilim yeniden, sadece canım hala çok yanıyor...
Bu aralar ruhunun sıkılmaya başladığını hissediyorum, fazlasıyla yorgun ve kaygılı olduğunu görüyor kalbim sanki. Sen kötü olduğunda bende kendimde iyi olabilecek gücü yakalayamıyorum bir türlü. 3 tane kitabı aynı anda okuyarak zihnimin karmaşasını düzlemeye çalışıyorum. Ders kitapları, birer birer kapanıyor önümde ve ben yine senden kaçamıyorum.

Benden uzak kalmak istediğin kadar da mutlu ve rahat olsun ruhun lütfen. Hep iyi ol sevdiğim...
"Ve yenilgileri başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın
Ve her şeyi, bugünü düşünerek yaşamayı da öğrenirsin.
Çünkü yarın ile ilgili her şey belirsizdir.
Ve geleceklerin uçuşun ortasında düşmek gibi huyları vardır. 
Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin, eğer fazla maruz kalınırsa.
Bu yüzden başka birinin sana çiçek getirmesini beklemeden kendi bahçeni yarat ve kendi ruhunu süsle.
Ve göreceksin ki dayanacaksın, kuvvetlisin
ve değerlisin
ve öğreneceksin ve öğreneceksin her hoşçakal dendiğinde öğreneceksin"

Bugün yazıma çok sevdiğim Didoşumun, ne zaman okusa aklına benim geldiğim yazısını paylaşarak başlıyorum. 20 yıldır aldığım en anlamlı hediyelerden biri oldu benim için. 

Ruhun eziklikleri içinde, büyük bir kurtulma çabası göstererek ilerlerken yollarda. Aslında fazlasıyla kendimi bulduğumu fark etmeme yardım eden bir insan oldu. Belki de yıllardır kuramadığımız o özel bağı 2 haftadır, özel olarak yaşamaya başladık. 

Her insan özünde özeldi zaten ama canım kuzenimle biz daha da özeldik. Zor zamanımızda, birbirimize aslında ne kadar da benzediğimizi belki yeni değil ama net bir şekilde anlamaya başladık. 

Dün hayatı bir kenarı koyduk birlikte, en güzel sohbetlerin yapıldığını geç de olsa anladığımız "güzel kafalar, kurtarır dünyayı" masamıza oturduk. Saatlerce yeniden birbirimizi tanıdık ve yeniden hayata bağlanabilmeyi diledik. 


Bir çok insandan daha farklıydı yarattığımız dünyalar ama ikimizin kümesinin kesiştiği birden fazla yara vardı içimizde. Üzüldüğümüz olaylar ve insanlar birbirinden oldukça farklı ancak yarattığı yıkım bir o kadar karamsar ve acı vericiydi. İnsana dünya da yalnız olmadığı hissi yaratan bir içtenlik kattı. 

Bu sene yenildiğim ne varsa, gözlerim dola dola anlatırken karşımdaki insanın ilk defa beni bu kadar iyi anladığını içimde yaşadım. Aynı olayı bir kaç hafta belki de bir ay önce ağlaya ağlaya gittiğim kadıköy sokaklarında Büşra ile Eren'in peşimden koşarak. "Helal olsun kardeşime, şimdi istediğin kadar ağla" diyip sarılmaları. Hatta koşarak Hazal'a sarıldığım ve saatlerce ağladığım, gece ne kadar sevmese de benimle bir abla şefkatiyle uyuduğu zaman gibi yaşadım. 


Bu süreçte güzel insanlar toplamış olduğumu bir kez daha fark ettim. Hepsiyle aramda kırılması zor bir güven duygusu oluşmuştu. Kimine kolay gelecek bir dönemi, psikoloğumun tabiriyle bir "travma" olarak geçirdiğim bu dönemde yanımda olan herkes. Tek bir acı yanı vardı ve defalarca kendime kızmama neden olan; hepsi ne kadar yanımda olursa olsun, yüreğimle, ruhumla ve bedenimin tüm parçalarıyla sevdiğim adamın yerini bir kez bile dolduramamış olmalarıydı. 

Gerçi en yüce sevgileri hak eden kişiydi karşımdaki nasıl sevemezdim ki ve kim nasıl yerini doldurabilirdi onun. 

Yeni bir yıla onsuz girmenin getirdiği acıları, birer birer satırlara dizerken; bütün hayat kavgamda yaşadığım ne varsa, onu özlememe engel olamadı yine. 

Dün yaptığım bu güzel konuşma beni güçlü ilerlemeye itse de, zamanın ilerlemesi sadece onu özlememe neden oldu. Tüm ışıklar söndü bir anda, mumlar yandı ve aynı zamanda ruhumun aynası parladı gözlerimde. Tüm sesler kayboldu birden, tek düşündüğüm o olmuştu. Güzel ve kötü (her ne kadar çok kötü anımız olmasa da) ne kadar anı varsa gözlerimin önünden geçti. 

Hafif tıngırdarken kafamız kalkıp, soğuğun içinde kol kol yürümeye başladık. Zihnimiz o anda boştu aslında ne mutlu ne de mutsuzduk. Gecenin bitmesinin boşluğunu yaşıyorduk sadece. Yine kendi kendimize kalacağımız köşelerimize geri dönüyorduk. 

Aslında ölümden korkmuyordum dönerken her şeye göğüs germiştim ancak tek korktuğum ölümden sonra en güzel sözlerin ve yarım kalmışlıkların getirdiği pişmanlıkların kulağımda çınlayacak olmasıydı. 

Karanlığın içinden geçerek, yine kapkaranlık eve geldim. Dayanamadan bir sigara sardım ve derin düşüncelerin içine daldım. 


Yeni bir yıldı ertesi gün beni bekleyen, yeni bir sayfaydı hayatımda. Geçmişti zaman ve ben çok sevmiştim onu, biliyordum ki aynı şekilde bir zamanlar bende çok sevilmiştim tarafından. Bir çok şeyi göremedim belki hayal kırıklığına uğrattım seni ama sevgin hala kalbimde atmaya devam ederken bir türlü bırakıp gidemiyorum. Defalarca nefret edeceğim senden ve nefret ettikçe daha çok seveceğim. Tek korkumdu hayatımdan çıkıp gitmen ve gerçek oldu. Şimdi de tek korkum bir daha seni göremeyeceğim kadar uzaklaşman benden ve ben korkmaya devam ettikçe gerçekleşecek olan. 

Ne olursa olsun ben yine senin sevdiğin o kızım ve ne olursa olsun, senin için canım yansa da yapamayacağım şey yok. Tek dileğim, lütfen benden seni unutmamı isteme. Çünkü yüreğim bir tek sana kapandı ilk defa ve ben umutsuzca yeniden güzel ve doğru kararlarla senin geleceğin günü beklemeye devam edeceğim bu yeni yılda...


Bugün Şefikasyonla yeni bir yıla daha girişimizin 2. yılı. Bugünü en saykodelik çalışmalarımızla süsledik. Güzel ponçiğim hem üzüldüğüm hem de mutlu olduğum zamanlarda yanımdaydı. Çoğu zaman bir insanmış gibi oturup tüm dertlerimi anlatıp benle konuşmasını dilediğim tek gerçeğim oldu.


Çoğu zaman odaya kendimizi kapatıp kafamız bir dünya oyunlar oynarken, köşemde oturmuş yazdığım yazıları boş ama bir o kadar da anlamlı bakışlarla izledi defalarca.


Isırarak da sevginin var olduğunu bir kez daha kanıtladı bana. Dünyada en çok sevdiğim kişiden bana bir hediye gibi kaldı yanımda. Hatta çoğu zaman ismini andığım gecelerde, kucağıma çıkıp saatlerce sarılıp, göz yaşlarıma ortak oldu. Sonunda yüzümü hep gülümseten oldu.

Geçen sene bile evimden uzakta, mutsuz ve umutsuz bir şekilde girdiğim 2016 yılında benimle birlikte balkonda sabaha kadar oturarak geçirdi. Sanki defalarca bir şeyler anlatmak istedi ve ben korkumdan Şefikasyonu bile duyamadım. 

Hasta olduğum ve ağrılara dayanmadığım gecelerde, çeşitli numaralarla beni çoğu defa rahatlatmaya çalıştı. Aslında 3 kişilikti şefikayla kurduğumuz hayaller. Ve çoğu defa bizi iyi hissettiren. Şimdi birbirimize sarılıp, bu acının geçmesini beraberce bekliyoruz. (sinirli olduğuna bakmayın aslında çok duygusaldır =) )


Uykuların bana sabahları vermediği gecelerde, hayata karşı hiç bir istisna yapmadan uyumaya devam eden biricik kızımı alkışlıyoruz. 


Tabi ki bir aşk tanesiyle aynı evde yaşamanın getirdiği ikinci mutluluk. Tek başına uyandığın sabahlarda kahvaltı bile yapmak istemezken, koşarak masanın başında "ben yicem sende ye" bakışları atarak tırmanması oluyor.


Sana alışma fikrinde bana yardım eden insan dahil olmak üzere, benim yeni yılım yine ne kadar kötü geçecek olursa olsun. Herkese sevdiklerinin yanında, mutlu ve asla ayrı kalmayacakları bir ömür ve yeni bir yıl diliyorum evrenden. 

Lütfen kedinize ve sevdiğiniz insana sahip çıkın, onları dinleyin ve birlikte ne yapılması gerekiyorsa yapın. Pişmanlıklar ile dolu yeni bir yıl daha yaşamayın. 

Sevin, sevilin kim ne derse desin insanı ayakta ve hayatta tutan en önemli şey aslında budur. Gerçekten sevdiğin bir insanın güvenini başka hiç bir yerde bulamazsın. 









Bugün gökyüzü dünyanın tüm kirini temizleyebilmek adına durmadan haykırışlar içinde ağlıyor. Ev sahipliği yaptığı insanlara büyük bir öfke kusuyor sanki. Bende gökyüzüyle birlikte tüm öfkemi, bugün yaşadığım şüphe ve huzursuzlukla dışa döküyorum. 

Yağmurun ve fırtınanın ortasında bağıra çağıra yürüdük bugün metrobüse. Erol ile şarkılar söylerken, Büşra ile kol kola koşuşturduk. Yollarımızın ayrılma zamanı geldiğinde, kendimi kararmış olan buz gibi caddeye bıraktım. Sıcacık otobüse binmek  yerine, içimde yaşadığım duygusal acımı bastırabilmek için göğsüm soğuktan daralıp, parmaklarımı hissetmeyecek hale gelene kadar yürüdüm. Yürüdükçe ben, yollar uzadı gözümde ve saatlerce aynı çizgi üzerinde ilerlemişim gibi durdu birden zaman. 

Yokuşun başına geldiğim de tüm karanlığın içinden, avrupa yakasının züppe ışıltısı kapladı etrafı. Sokaklarda ise kimse kalmamış herkes evine dönmüş, ailesiyle sıcacık çorbalarını içmeye başlamışlardı bile. 

Bugün nefreti tattı ruhum, oysa insan hayatta en çok sevdiği şeyden nasıl bu denli nefret edebilirdi. Bu kaybetme duygusu çok farklıydı, gözlerinde başkasının aşkını görmek. Başkasının ellerini tuttuğunu hissetmek. Belki fazlasıyla boştu kuruntularım, belki de fazlasıyla gerçek. Ne olursa olsun içime düşen bu yangın hepsinden çok farklıydı. Nefret ile yıkılmak arasında sıkışmıştım. 

Sonra anladım ki, artık onu görmek bana iyi gelmiyordu. Ne kadar uzak kalabilirsem o kadar kolay affederdim kendimi. Geçmişe dönmeme izin verseler, bir daha aynı okulu tercih etmezdim bile. Kim bilebilir ki sonuçta, sevdiğin kadar sevilmediğini anladığın andaki acıyı. 

İkimizi birden korumaya çalışırken giden ellerin, bir daha sevene ulaşmamasını...
"Bu akşam tüm öfkesini kendisinden çıkaranlar ve bir arayış içinde olanlara iyi uçuşlar diliyorum" 

Zihnim büyük bir boşluk, yürüdüğüm kadıköy sokaklarında kulağımda kulaklık insanları izliyorum. Algım fazlasıyla açık olmasına rağmen, yolumu kaybetmişcesine oradan oraya koşturuyorum. Şimdi bu halime bakıp, gülecek olan insanlar fazlasıyla benden uzak. Zihnimin boşluğuna oturttuğum "beni anlayabilen ve sohbetine doyamadığım" insanla ilerlemeye devam ediyorum.

Sonra bir kafeye oturup sıcak çikolata ile susuzluğumu ve enerjimi toplamaya çalışırken kitabıma gömülüyorum. Karakterlerin yanına 3. bir vizyondan olayları takip etmeye başlıyorum ve abimizin büyük cümlesi tüylerimi diken diken ediyor;
"Her uyuşturucudan tattım. Bağımlılıktan nefret ettim. Gitmemi ve terk etmemi engeller diye. Ne bir maddeye ne de bir insana bağlandım. Sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım ve aşık oldum. İkisini de arkama bakmadan terk edip gittim."
Otobüse biniyorum en arkaya oturup yollardan geçerken çizgileri sayıyorum. Sanki hayattayım ama ruhum bedenimin dışında her hareketi anı anına gözlüyor gibi. Elim telefona gittikçe ulaşamayacağım insana, zihnimden mesajlar gönderiyorum. Zamanında yaşamış olduğum her anıyı senaryolaştırıp, yalnızlığımdan savurup atıyorum kendimi.

Evde yemek yerken, kalp atışlarımın hızı ve sıcaklık kurt adama dönüşmeye başladığımın habercisiyken gözlerimi hızlıca kırpıştırıyorum. Karşımda duran kimsenin, zihnimi okuyamayacağını bilmek sakinleşmeme yardımcı oluyor.

Telefon çaldıkça duymamazlıktan gelmeye devam ediyorum. 1 saat boyunca Şefika'ya kitlenip aramızda oluşan bağın konuşmamıza yardım etmesini dilerken hiç bir işe yaramadan doğruluyorum.

Limonlu çay ve Trileçe, tam bir lezzet şöleni oluştururken. Zihnimde susan insana inat dünya'yı değiştirecek sohbetime devam ediyorum. Herkesin kişiliği ve tüm hayatı bir deftere yazılı gözümün önünde canlanıp birden gidiyor. Daha iyi anlıyorum hareketlerini ve çirkince ağızlarından dökülen kelimeleri.

Biz kimdik? Aslında biz kimi istersek o olabilirdik. Bir an gelirdi dünyanın en iyi yazarı sendin ve insanlara sözcüklerinle yardım ederdin. Bir an gelir serseri bir insan olur ve sanki hiç acıtmayacakmış gibi kendini dövdürürdün. Çünkü ne zaman kendin olsan ;

"Sözlerinin sonu duyulmaz. Cümlelerin sonunu duymadıkları zamanda. Son kelimeleri değiştirir, kendi hayatının sonunu değiştirirdin."
Şimdi ise ölümsüzsün. Okyanuslardan geçer, dağları aşarsın. Şimdi ölümsüzsün çünkü "Mutsuzluğuna hiç bir çare aramadan, acının üstüne gittin." Çünkü kimse seni anlamazken farklı dünyanda, seni anlayabilen bir insanı kalbinde yaşatıp, yoluna devam edebildin...
 
 
 
"bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.

bu yüzden ben de senden vazgeçtim."

(2 aydır geciken doğum günü hediyemi sonunda alacağım gün geldi. Haftalardır sokaklarda dona dona beklediğim tek şey. 2. senemde gene aynı hediyeyi alacak olsam da en çok ihtiyacım olan şeyin, şuan bu hediye olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.)

Bugün "Baileysli kahvemizi" yudumlarken, radikal kararlar almak üzerine derin bir konuşmaya tutulduk. Gelecek 30 senemizi mutsuz mu geçirecektik, yoksa 1 sene daha mutsuzluğa kapılıp geri kalan hayatımızı rahatlık içinde mi yaşayacaktık. Bunun üzerine kız kıza kamp yapma fikrini ortaya attık. Sınavlardan sonra kafamızın boşaldığı bir döneme girerken vazgeçtiklerimizin, ve hayal kırıklıklarımızın geride kalacağını ümit ederek, küçük çaplı bir kamp planı hazırladık. 



Yolculuğumuza, yakın ve kolay bir parkurda başlayarak ilerlediği kadar ilerlemesini dileyerek huzur dolduk. Daha 20li yaşlarımızdaydık ve hayatı oturduğumuz masadan izlemek yerine, sandalyeden popomuzu kaldırarak küçük bir adım attık. 

Bunun yanında gerçek mesleğimizin yanında bizi daha mutlu edecek, yedek "hobi mesleği" arayışına girerken. 2. Üniversite planına attık kendimizi. Ben yazılarımı daha evrensel bir hale getirebilmek için, daha çok yeraltı edebiyatına ilgim olduğundan şuan "Sosyoloji ve Felsefe" arasında gidip geliyorum. Sonuçta psikolojik bilinçsel bir deneyim her açıdan insanı geliştirebilir. 

Aylar sonra ilk defa anlaşılmak için karşımda duran canımın içi olan insana, yaşadığım dinginlik döneminin bana kattığı deneyimlerle yardımcı olabildiğimi hissettim. Kendimi artık daha iyi tanımaya başladığımı, her kelimem de yeniden keşfettim. 

Sevdiğim insana inanmaktan vazgeçmiş olsam da bu süreçte, aslında sevgimde bir azalma hissedememek beni paramparça etmeye devam ediyordu. Çünkü vazgeçmemin tek sebebi, bensiz daha mutlu olabildiğini görmekti ve buna daha fazla müdahale edemezdim. Bende kendi yoluma ve inandığım her şey adına yeniden mutlu olmak için sonuna kadar çabalamalıydım. 

Son 3 gündür sessizliğimi korumaya devam ediyorum ve edeceğime de inanıyorum. Yakınımda olan birtaneciklerim sessizliğimin içinde boğulup gitmemden endişe etse de. Bir düşer bin kalkarım diyorum...

Belki eğitim hayatımda başarılı bir insan olamayacağım, kendimi idare edebilecek kadar yol alacağım ama inanıyorum ki başarılı olan herkesten bin kat daha donanımla geçeceğim bu hayat yolundan. Bilim olduğu kadar sanatta olacak her zaman yüreğimde ve kendimi geliştirmekten asla vazgeçmeyeceğim. Çok sevdiğim bir ablamın da dediği gibi "Hayallerimi insanlara değil, artık olaylara bağlayacağım ki gülüşler beni terk ettiğinde şimdi olduğum gibi bir daha asla düşmeyeyim."



Şimdi sizde önünüze bir defter açın ve en başa "Ben Kimim" diye yazın, aylar hatta yıllar sürsün yine de, yaptıklarınızı, yapacaklarınızı, kırıklarınızı, mutluluklarınızı; kısacası kendinizle doldurun tüm sayfaları. Hayatta bir şeyler için çabalamaktan asla korkmayın, çabanızın karşılığını alamadığınız zamanlarda hayattan koptuğunuzu hissederseniz, işte o zaman da acı çekmekten asla korkmayın. Çünkü sizi en iyi anlayan yine kendinizsiniz ve kendinizi dinlemekten asla vazgeçmeyin...
"Sınıfımızın matrak grubu; Salvo, ben, İrem, Sena ve Nesli Türk-Alman kitapevinin medar-ı iftiharlarıyız."

Almanya maceramıza, Türkiye'den başladık bir kaç hafta önce hep beraber. Ne kadar hızlı o kadar yakın, gidişimiz bekler bizleri.

Şu aralar düşündüğüm tek şey, Şefika'yı Almanya'ya nasıl götürecek olmam. Ne onla ne de onsuz yapamayışım çoğu kez. Çünkü o benim birtanecik kızım ve ben onsuz uzaklarda kalmaya dayanamam. Belki Nesli evlenmezse, hep birlikte eve çıkarız Münih'te ve şefikacığım da bizimle ömür boyu mutlu yaşar.

Lisans tamamlamak için başvurmak istediğim 2,3 okul varken. Okulda bırakmak istemediğim canım hocama yine de danışmadan yapamayacağım sanırım. Bakalım o bu olaya onay verecek mi? Tabi birde şu lanet sınavda kurumu yüksek geçmem gerektiği gerçeği. Aynı zamanda tercümanlık yapabilmek içinde, sınava gireceğim ki almanca yazışmaları yapabileyim.

Şimdi ise Taksim'in renkli insanlarına gelelim. Binlerce kültürün bir arada olduğu küçük bir ülke sanki. Bende anılarımın üzerine perde çekebilmek adına yeni bir yol denemeye başlıyorum. Gittiğimiz, gördüğümüz, heyecanlandığımız, üzüldüğümüz ve nefret ettiğimiz ne kadar yer varsa tek tek gidiyorum. Nerede ne yaşanmışsa bir fotoğraf karesi yakalıyorum. Birlikte geçen zamanlarımız makinemde birikince hepsini bastıracağım, arkalarına nerede ne yaşadıysak bir bir not alacağım. Her bir karede onu son bir kez daha seveceğim ve birer birer yırtacağım bütün anıları. Gerçi bunu yapacağımı söylediğim bir iki kişi de "Bunları yapacak kadar bile severken nasıl sileceksin, sevme bu kadar" dese de, daha ne kadar acır ki can.

Denemekten zarar gelmez ve bir gün belki bütün siyahlar beyaza çalar hayatı. Işık çarpar üzerine ve tüm renklerim yeniden etrafa saçılır...

2 yıl önce bugün canımdan çok sevdiğim, yıllarca annem ile babamı göremezken her anımda yanımda olan insanı kaybettim. Son günlerini baş ucunda geçirememişliğin getirdiği burukluğu yaşarım hala. Oysa o, ben ne zaman hasta olsam yanımda olamasa bile telefon ile arar iyi olduğumu bilmek isterdi.

Aramadığım zaman küserdi, ama anlık kırgınlıkları görür görmez beni yüzünde güller açardı. Arada bilmediğimi unutur ve Çerkesce bir şeyler mırıldanır, anlamam için bir iki saniye susar beklerdi. Bende inatmış gibi, kızdıklarında duymayayım diye öğrenmemek için elimden geleni yapardım.

Her gün sabahın 5 inde uyanır sırtımda kocaman çanta, yarı uykulu gözlerle giderdim yanına. Uyanır uyanmaz anneanneme "Sucuk pişir benim kızıma" diye bağırırdı yataktan. Kendisi de çok severdi ama yine kıyamaz en çok bana verirdi. Her gün okula götürürdü beni ve ben her çıkışta, utanarak altıma yaptığımı gizlemeye çalışırken; her şeyin farkında olduğundan bir haber yürürdüm yolda.

Babam hasta olduğu zamanlarda, aylarca yanlarında kaldığım günlerden birinde. Arka balkona çıkmış karanlıkta oturup annemin gelmesini beklerken yanıma gelip "Ne yapıyorsun sen burada" demişti. Annemi beklediğimi söylediğimde uykum gelene kadar balkonda benle oturup beklemiş bir yandan bulmaca çözmüştü.

Üzgün olduğum zamanlarda ıslık çalan bir sesle, "devirme o gözlerini öyle psejeji seni" derdi. Ah güzel adam, babamdan öte, canımın içi, beni bugünlere getiren insan bugün seni daha da çok özledim. Umarım mutlusundur, iyisindir.

Ve bu yazımı okuyorsan canım dedem, bu gece lütfen rüyama gel sana anlatacağım çok şey var...

"Dolambaçlı, rüzgarlı çalılıkların ardında
Yeşilliklerde yuvarlanır düşerdik.
Bir huysuzluğun vardı, benim kıskançlığım gibi
Fazla sıcak, fazla doyumsuz.
Beni nasıl terk edebildin?
Sana sahip olmaya ihtiyacım olduğunda

Senden nefret ettim, ama seni sevdim de 

Gecede kötü rüyalar 
Kavgayı kaybedeceğimi söylediler 
Uğultulu tepelerimi ardımda bırakıp 

Oh bu kararıyor, yalnızlaşıyor 
Senin diğer tarafında 
Çok özledim, yerimi buldum 
Sensiz düşüyorum 
Aşka geri döndüm, zalim Heathcliff 
Benim tek rüyam, tek sahibim 

... "


Saçma sapan çevirilerin en güzeli, şu aralar dinlediğim tek şarkı.

Birini silmeniz gerektiğinde ruhunuz kanaya kanaya yapacaksınız. Tek bir kelimenize bile değer vermeyen bir insanı nasıl hayatınızda tutmaya devam edebilirsiniz ki. Terk edilmeyi hak ettiyseniz hak etmişsinizdir ve buna isyan etmeye de yüzünüz olamaz. Zaten biri gitmişse sizden, sizi yeterince tanımamış ve yeterince sevmemiştir. Gerçekte şudur; kimse sizi kendinden daha çok sevememiştir ve önemli olanda insanın önce kendini sevmesidir ki karşısındaki insanı sevebilsin.

Hayatınıza giren ve çıkan her kişi de ayrı ayrı özeldir aslında. Hepsi size apayrı bir acı ve apayrı ders verir. Acı çekmek bir kaçış değil, düşlerine inanmaktır, böylece gerçekleşmeyen her düş acıyla yeni bir umut getirir. 



Mesela yağmurlu havaları sevmez bir çok insan, ben ise yağmuru ve sisli havaları daha olumlu bulurum. Çünkü siyahın zıttı her zaman beyazdır. 

Teoman'ın da dediği gibi;

"Aynaya bakmam 
Kendimi bilmem 
Hayat acıtınca 
Dünyayı sevmem 
Ne yazık ki tek tabanca 
Serseri doğdum 
Serseri öleceğim..."

Her zaman kapıları kapar ardımıza bakar üzülürüz. Sonuna kadar üzülmek önemlidir, dibinde kalacak bir damla bile bulamayacağınız noktaya kadar. 

Sadece kendinizi sevince, onu daha çok sevecek olmanızdan asla korkmayın. Bırakın bu gerçeği sadece siz bilin uzaktan da olsa sevmek, insanı asla pişman etmez...

Ve son olarak;

"sarhoş olsak ya, 
kimiz unutsak ya,bulut olup iç içe 
bardaktan boşalsak ya sarhoş olsak ya 
tek vücut olsak ya 
yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya 
yıllar önceydi, 
çok da güzeldi şimdi düşününce 
benimsin demiştim 
ben de senin 
renkli rüyalar otelinde 

kapıları çalmıştım 
cevapsız savrulmaya 
hiç atmayan kalpleriyle insanlara 
ama sen farklısın 
dedim,dedin ki sense 
'dikkat et sadığımdır sadece 
KENDİME!' "

Karınca ezilse ağlamaya başlıyorum ve ne zaman çiçek açsa dünyalar benim oluyor. Dünya'yı bu kadar görmemeli belki de. Bu kadar kırılgan düşünmemeli. Oysa ki ben buyum, kendim olmayı seven ve yürürken farkında olmadan saçları yay gibi zıplayıp duran kız. Sonra soruyorum kendime, evren beni neden böyle yarattı. Ben böyle olmaktan kaçmak istemiyorum ancak yüreğime su serpecek bir cevapta bulamıyorum baştan sona. Sonra yardıma ihtiyacı olan ve hayata dört elle tutunan insanlar gelince gözümün önüne, kendime kızıyorum sadece. Ama napalım bu dünya da doğmuşum bende ve benimde içimde kendime ait bir dünyam var sevdiklerimle süslü.

Her annenin çocuğuna dediği gibi benimki de bana "Sen farklısın, özelsin" diyerek büyüttü beni. Çocukluğumdan beridir hep yardım etmek istedim dünyaya çoğu zaman ellerim yetmedi, kendi dünyama kaçtım. Ne zaman acı çeksem yazılara sığındım. En büyük hayalim de doktor olabilmekti bu hayatta; düşünsenize bir insanın gelip sizden yardım istemesi ve onu hayata bağlayacak sağlığı verebilmek. Tabi her şey sağlık derken, insanı hayata bağlayan tek şey olmadığını da unutmamak lazım. Sohbet etmek, az ama öz dostluklar kurmak mesela. Bir insanın hayatını iyi yönde değiştirebilmek, ne kadar da özel. Ne yazık ki hayatına güzellikler katamadığım için kaybettiğim birileri de var. Fazlaca yorgun düşürdüğüm, kendi dünyama çekip mutlu etmek istediğim ama yanlış olduğunu göremediğim. Ne yazık...

Bu yüzdendir yaralanışlarım, unutamayışlarım. Yaşanacak onca güzel şey varken, bir çırpıda mahvedişlerim. Genelde anlayanlar beni giderler benden, mesela yıllar önce daha 5, 6 yaşlarında bir çocukken her gün saatlerce konuştuğum köpeğim Jessy gibi, her zaman dinlerdi beni ve ne zaman hasta olsa geceleri gözlerime uykular haram olurdu. Sonra ayıcığım Pıtırcık Osman gibi köşede kokusu sinmiş dururken anıların canımı yakmasından korkarken bakan ve kayıp giden ruhu gibi. İçimde yaşatmaktan asla sıkılmadığım ancak, kalbimi uzaklara bir köşeye bırakırken giden çocuk ruhum gibi. Aslında küçük bir detay belki de ama benim dünyamı kocaman bir mutluluk çemberine alabilen birileri.

Ancak dünya benden hep başka biri olmamı bekledi. Acılarla kalınlaşan duvarlarımın içinde kaybolmamı bekledi. Evet şuan fazlasıyla kayboldum belki ama ne kadar acısa da gülümseyi unutmadım hayata. Kim olursa olsun, insanları çok severim ama çoğu zaman anlayamazlar beni. Zaten anlayanlar da benden uzakta şimdi. Tüm kayboluşumun tek sebebi.

Ne zaman sussam, kaybetmekten ve incitmekten korktuğum içindi aslında. Sonra binlerce kelimeye sığındı yüreğim, binlerce kağıt. Şimdi buradayım, aslında herkesin düşündüğünden daha güçlüyüm hayata karşı. Sadece aldırış etmekten çekiniyorum, belli etmekten.

Ruh güzeldir mesela, ruhunu beslemeyi seven insanları arar gözlerim. Aslında insanlar çirkin menfaatleri altında güzel bir ruh saklar. Bazıları gücünden olacağını düşündükçe gizlemeye iter kendini. Dünyada belki böyle insanlar daha çok kazanır. Ancak biz acı çekmeyi bilenler, mutluluğun derin anlamlarını daha gerçek kılarız.

Benim gerçeğim de her zaman düşlerimdi ve hayat bir şekilde son bulacaksa, lütfen bu sefer benden daha da uzaklaş ve o gün sakın ağlama.

Ve yaşamaktan asla vazgeçmeyeceğiz,
"Ah, sevilmiş olduğunu bilmenin o ilahi mutluluğu her acıyı nasıl da tatlı kılıyordu!"
Ne zaman uçurumun kenarında yürüdüğünü düşünürseniz, o zaman sevdiğinize koşun sizden ne kadar uzak olursa olsun. Hiç bir şey söylemeden sadece gözlerinin içine bakın 1 sn bile olsa.

İşte bana da umudu veren tek şey gözlerindeki ışığı görebilmek. Kimseye anlatamadığım bir çok şeyi o 1 sn içinde, sana belki de defalarca anlatabiliyor olmak.

Aylardır unuttuğum heyecan duygusunu sığdırabildiğim tek anımsın şuan ve ben buna kapılmaya bayılıyorum. Ne kadar inanmayacak olsan da içimde bir şeyleri değiştirebilecek gücü bulabilmiş ve bulmaya devam edebilecek bir insanım. Biliyorum herkes bu söylediğime güler belki de ama mutsuz olmamın güçsüz olduğum anlamına gelmeyeceğini de bir tek sevdiğim bilir.

Aylar önce çok sevdiğim bir abim "Ondan önce de bir hayatın vardı ondan sonra da neden olmasın. Ama olmuyor değil mi ben senin içini gördüm. Ancak sakın unutma ki giden değil her zaman sevmeye devam eden büyüktür." demişti.

Sadece benim gördüklerimi bazen insanlar göremeyince üzülüyorum. Belki de gerçekten inatçıyım ve sevmediğine inanmamaya da devam edeceğim.

Sevgi var olduğu sürece umutta var olmaya devam edecek. Bunu da en son dinlediğim bir dedenin ağzından hüzünle yazarak kanıtlayacağım.

"Şerife'yi çok severdim çocuklar, ağacın toprağa bağlandığı gibi, kuşların gökyüzüne duyduğu heyecan gibi. O da beni çok severdi benden öte. Zamanında pişmanlık duymadan gittim ben ondan başka yerlere. Her gün çokça özledim, geri dönüp bir kere bile bakamadım. Çokça korktum, mutlu edememekten vesselam. Ben mutsuzken onu mutlu edememekten ve kaçtım ondan uzaklara. Yıllar sonra şans eseri gördüm yeniden aşkımı, ilk gördüğümden daha çok yakmıştı içimi. Acaba evlenmiş miydi çocukları olmuş muydu diye sayıkladım defalarca içimden. Yanına gidip bir merhaba bile diyemedim. Çok sevmiştim çocuklar çok. Benim gibi çulsuz adamı ne yapacaktı sonuçta korkmuştum. Bir kaç ay sonra yeniden gördüm ay yüzlümü önümde duruyordu. Cesaret edip konuştum. Benden sonra evlenmemişti, kimseyi sevmemişti. Mutlu mu olmalıydım o an yoksa kendime lanet mi etmeliydim hayatını mahvettiğim için bilemedim. Konuştuk, değiştim onun için. Kendim oldum ancak fazlaca doğru yolu bulmaya ittik kendimizi. Eksiklerimizi, yanlışlarımızı ve doğrularımızı beraber doldurduk. Evlendik biz çocuklar, bütün yanlışlara rağmen doğru yolu beraber bularak evlendik. Çok mutluyduk 3 yıl geçmişti üzerinden, çocuğumuz olmadı bir türlü. Şerife çok üzülüyordu, bense onu yeniden kaybetmekten korktuğum için her şeyi yapıyordum mutlu olalım diye. Fazlaca içine kapandı, 1 yıl sonra kanser olduğunu öğrendik dünyam başıma yıkılmıştı çocuklar. İyileşmesi için elimizde olanı olmayanı döktük ortaya. Her sabah aynı aşkla bakıyordu bana yine de iyileşeceğim diyordu. Bundan yaklaşık 6 ay sonra "Gitmene ben neden olduğum için zamanında özür dilerim sevgilim. Doya doya geçiremediğimiz yıllar için özür dilerim." dedi ve onu kaybettim o gün. Hata aslında kimsede değildi bu dünya da hatayı kalplerimiz yaratıyordu ve bunu çözebilmek için uğraşmıyorduk. Kilitlendiği noktada, zamanında benim de yaptığım gibi kaçıyorduk. Ben şuan 68 yaşındayım çocuklar ve sevdiklerinizi her gün sanki son gününüzmüş gibi sevmeyi asla unutmayın. 30 yıl bu acı hiç geçmiyor "ya onu yeniden göremeseydim" diyerek."

Umut ne olursa olsun vardı böylesine kaybetmeden önce...

Hurharca ve yeniden Harry Potter okumaya başlamışken, kendimi çok farklı bir dünyada buldum seninle. Canımı acıtan tek bir nokta vardı ki giriş sayfasında
"En sevdiğim insandan; en sevdiğim seriye. Sevgimiz Harry Potter kadar güçlü ve sonsuz olsun" yazan not oldu.


Her zaman olduğu gibi ben astronomi kulesinde eşsiz Hogwarts manzarası izlerken, senin beni çapulcu haritasından bulup yanıma gelirken ki yaşayacağım heyecanı hayal ederdim. Belki de bazı geceler kaçıp, yasak ormana gideceğimiz gerçeği. Ve bunun üstüne tabi ki birer Griffindorlu olacağımız açıktı. Sonra yeni yıla girerken sen arkadaşlarınla sihirli satranç oynarken bende bir sürü tatlının olduğu masanın başında olacaktım.

Sen animagus gibi şekil değiştirebilecektin ve tabi ki ikimizin patronusu da "Geyik" olacaktı. Gerçi benim patronusum gerçekten bir geyik ve beni sonsuza dek korumaya devam edecek.


Birde 6. senemize geldiğimiz de Hogsmeade'ye gidip Üç Süpürge'de birer kaymak birası içecektik. Hatta kafamız güzel olduğunda arkadaşlarımızı toplayıp "Bağıran Barakaya" girmeye cesaret edecektik.

Hagrid'in evinin yanında duran Hipogrif yani "şahgaga"ya binip karagöl üzerinde rüzgar saçlarımızı yalayıp geçerken özgürce bağıracaktık.

Quidditch'in en iyi 3 kovalayıcısından biri sen olacaktın. Ama ben kesinlikle arayıcı olacaktım. Tabi ki kariyerimiz spor üzerinden değil, bilimsel daha doğrusu büyüsel araştırmalar üzerine olacaktı. Sen mesela bitki bilimi üzerine giderdin ama çok iyi de seherbaz olurdun. Bense SBD'leri geçmek için deli gibi bütün okulu umutsuzca koşturur. Hatta çoğu zaman derslerden kaçarak, kelid aynasının bulunduğu odada senle birlikte olduğum zamanlara bakarak hayaller kurardım.


Zaten hepsi hayal, tek eksiği sana yeniden yeniden ve yeniden anlatıp birlikte yaşayamamakta. Seni bu kadar kırıp mahvedecek, kendimden bu kadar uzaklaştırmaya itecek ne yaptıysam lütfen beni affet, seni seviyorum ve teşekkürler...

Bugün baş ağrılarımın arttığı bir sabaha uyandım. Erken kalkıp psikologa gideceğim saati iple çekmeye başlamışken, büyük bir zaman boşluğunun içinde buldum kendimi. Başım ağırlaşmaya devam ederken, dün gece ne yaptığımı bile hatırlamaz bir şekilde bilinçsizce oturmaya devam ettim. Saniyeler dakikaları kovalamaya devam ederken çoktan randevu saatim geldiği halde telefon bir kez bile çalmayınca afalladım. Panikle kliniği aradım ve aslında randevumun olmadığı gerçeğini öğrendim. Zaman karmaşası beni içine çekmeye devam ediyordu ve bu süreçte bütün bir hafta neler yaptığımı düşünmeye çalıştım. Aklıma hiç bir şey gelmiyordu, bu unutkanlığın bir nedeni olmalıydı.

Ağrı kesicilerden nefret ettiğim halde bugün belki de, 5 6 tane içmiştim. Başımın ağırlığı bir türlü geçmiyordu. Oturduğum yerden bir kere bile kalkamadım, ders çalışmam hatta araştırmalarım için kitap okumam gerekiyordu. Kendimi toplamam için attığım adım da her şey birden tepe taklak olmuştu. Baskılar artmaya devam ediyordu ve saat başı çalan telefonum artık kullanılmaktan yorgun düşmüştü. Neyse ki 4 aydır baş etmeye çalıştığım mide bulantılarım bugün yakamı bırakmayı kabul etmişti. Ancak aklıma okulda insanların bana sorduğu ve anlattığı şeyler geldikçe, göğüs kafesim dayanılmaz bir acıyla kasılmaya devam ediyordu.

Neredeyse sabah 10dan akşam saat 7ye kadar koltuğun tek bir köşesinde televizyonu bile açmadan oturmayı başarmıştım. Bedenim ölmek için yalvarırken içimde baskılanan küçük kız bunu reddediyordu. Her düşünce yeniden en başa dönmüşcesine acı veriyordu. Zaten en büyük mutsuzluk da, umutsuzluğa düştüğüm halde bu acıyı veren kişisinin yanına kaçıp gidemememdi. Çünkü onun düşünceleri şuan benden çok çok çok çok uzaklardaydı eminim ki. Sonra telefonumu kapattım, kimseyle konuşmak bunu sonlandırmadı, sonlandıramazdı zaten.

Artık duygusal acım kendi isteğimin dışında fiziksel acıya dönüşmeye başlamıştı. En koruyucu terapim olan, görsel hafızamı kaplayan güzel olduğu halde acı veren, anılarıma ve tüm travmalarıma perde çekmeye çalışırken tüm hayatın üzerine siyah perde çekmiş olduğumu gözden kaçırmıştım. Tüm vücudum inanılmaz bir adrenalin ile doldu o anda. Beynimde konuşan düşmanıma direnmeye başlamıştım bile. Ben direndikçe, ağırlaşmaya devam ederek gözlerimi açamayacak hale getirdi.

Saatler sonra kapının açılmasıyla, kendime gelerek havanın kararmış olduğunu fark ettim. Kendimi yeniden sessizliğe iterek, kendim için yazmaya başladığım romanımın başına geçtim.

Eskiden yanında sessizken bile huzur bulduğum insan artık yoktu ve tek kaçışım, anılarımın yarattığı dünyayı kelimelerle süslerken gözlerimde filmini çekmek kaldı...



" çakmağın bekler çekmecemde 
gelecekmişsin vehminde
bir köşede gözlüğün tabakan çantan
sana doğru bir yol arar yaşamaktan

sırası değişse de kitaplarının raflarda
kelimelerin hala dolaşıp duruyorlar odalarda
duruşun bakışın sinmiş
kederin soluğun gibi eşyaya

hangi bengi tanığı bunların
bir gün şurada durduğunun
bir sözü söylediğinin güldüğünün

bunlar gerçek ve yaşanmış değiller mi
akar da kanın ve terin gibi toprağa
bir daha geri gelmezler mi "

Ali Erdoğdu (Sahibini Terk Eden Gülüşler)


Bir kitabın içinde iki kelimeydi ruhlarımız. Yıllar içinde bin kitap oldu bir cümlemiz. Şimdi ise uzaktan bakışlarını yakalamaya çalışan aciz bir ruha dönüştü. 

Ve gözlerim kapalı ne zaman uzatsam ellerimi boşlukta kaldı. Ben büyük bir boşluk olsam da duygularında üstü kapanan. Sen daima ruhumu beslemeye devam edeceksin. Ben yakınlarda bir gün kopup gitsem de bu dünyadan, sen yine o güzel gülümsemenle kalacağına söz ver sevdiğim...
" Gün geçtikçe daha da korkar olur yürekler, kapıdan çıkarlar ve ilk defa bu kadar güçsüzler..."


"Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzüne şefkatle baktı. Sonra eğilerek ayaklarını öptü. Genç kız sapsarı kesildi. Islak gözlerini Raskolnikov'a dikti. Bütün vücudunu titreme nöbeti sardı. Elleriyle onu uzaklaştırmaya çalışırken; -Ne yapıyorsunuz? Yalvarırım kendinize gelin efendim! Bu yaptığınız deliliktir! Hemde beni gibi bir kızın... diyerek kekeledi. Raskolnikov ayağa kalktı. Pencereye doğru yürürdü. Gölgesi Sonya'nın üzerine düştüğü sırada geri döndü: -Ben senin önünde kapanmadım!" dedi. "Çektiği tüm acılara rağmen, inancını yitirmeyen tüm insanların önünde eğildim... !" "
                                                                             Dostoyevski (kafkaokur)

Yaşadığın sürece umutta vardı aslında ve asla sönmez bir ışıktı içinde.

Sonra çık dışarı ve yağmurlu bir günde yürü sokaklarda, bir su birikintisi görünce dur ve kendi yüzüne bak derin anlamlar ararken içinde. Başını asla eğme ve kapat gözlerini insanlığın önünde, acıların seni seven insanların acısı olmaya devam etsin ve yalnızlığın sevdiklerin arasında solup gitsin. Gözlerini açtığında karşında duran insana inan, çünkü ancak o zaman Sonya'nı görecek ve anlayacaksın. Sonra binlerce şiir olacak sevdiğin insan ve ruhunun aynası olan insan.

Zaten bilgin Dostoyevski; ne demiş "İyi insan gülüşünü sevdiğiniz insandır ve aslında insanı en çok acıtan şey hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır."

Böyleydi işte çektiğin tüm acılara rağmen ne olursa olsun gördüğüm dik duruşundu kalbimi çalan. Teninden önce gelen duvarlarını yıkmama yardım eden. Sen bir "elveda" derken bile ben o duvarları kırıp seni mutlu edebileceğim gün için kendimi okuyorum artık. Ve bende oluşan bütün duvarlarımı kırıp karşına yeniden gelebileceğim anı tüm derin duygularımla her gün, her saat, her saniye prova ediyorum.

Zaten aşk kalıcı değildi ama sevgiye dönüşmesi sonsuzluğu getirdi.

Ne güzel uyurduk şimdi seninle, Ancak cesaretsizliğimiz ve "o şimdi mutlu, mahvetme her şeyi" deyişim. Anlasana ben de çok ürkektim ve çok korktum güzel gözlü adam.

Gitmesin diye korkarken, en büyük korkuma yenik düştüm. Şimdi ise zamanlar aksın ve değişsin dünya senle ben aynı kalmaya devam edeceğiz. Yeter ki beni sensiz bırakma bu yollarda o zaman güçlü olmaya devam edeceğiz...
"Anılar, sevdiğin adama bir gün ulaşacakmış gibi birikmeye devam ediyor..."

Çığlık çığlığa büyük bir sessizlik hakim ruhunda. Anlaşılamamaktan korkuyor ve göz yaşlarıyla hüznü içine akıtmaya devam ediyor.

Eli kolu bağlı kalıyor duyguların, ya sevmekten vazgeçtiği gibi görmekten de vazgeçerse seni diye kaygılanmaktan başka çare kalmıyor.

Birlikte yaptığımız kumbara artık, sevinç dolmuyor. Zaten artık hayat ne kadar yolunda giderse gitsin bir şeyler yarım kalmaya devam ediyor. Bu yarımlık bitiriyor insanı ve yola devam edemeyecek kadar yorgun düşüyor savaşçı.

Sonra küçük bir hesap, 8 ile 30 çarpılıyor 240 gün ve en az 2 kez her gece sevdiğin adama sadece rüyalarında seni seviyorum diyebilmek kalıyor...
" Mutluluk. Gözlerim ile beynimin arasında geçirdiğim son kavram o kadar saçmaydı ki, bir tebessüm oturdu suratımın tam ortasına. Ve Kinyas gelmiş, bana yeniden yükselmemi söylüyordu. Paraşütünü açmış bir adamdan uçağa dönmesini beklemek gibi."
                                                                                             Kinyas Ve Kayra

Boğazımda bir yanık şimdi, sensiz geçirdiğim ve geçireceğim bütün cuma akşamlarına içiyorum. Yeni bir yıla girmekten bile korkar oldum.

Ve yılbaşı şekerlerimiz takıldı gözüme bu gece. Aylardır içinden bir tane bile eksilmemişti, zaten sensiz onların tadını çıkarmakta bir işkenceydi.



Her rafta bir sen vardı, asla benden gitmeyecek olan. Kafamı yastığa ne zaman koysam seninle kapattığım ve her sabah seninle açtığım gözlerim kör olmuştu sanki. Şimdi ise boş bir çerçeve kaldı baş ucumda, yerine annemi babamı bile koyamadığım.

Her gece Şefika ile uyur oldum. Bir gece gelmese içimde dayanılmaz bir boşluk, çünkü ne zaman birlikte kalsak üçümüz uyurduk. Sonra doya doya, kokusunu içime çeke çeke öpüyorum her gün onu. Sanki senden bana kalan bir mucizeymiş gibi her an özlüyorum.

Burada her şey yerli yerinde aslında. Sensiz boyamaya kıyamadığım duvarlarım bile yamalı hala. Şarap şişelerimiz bir kenarda özlemle anıyorlar seni zannedersin.

Gözüm camda takılı kalıyor, çoğu zaman sanrılar yaratıyorum kendime seninle ilgili. Kulağımda tek bir cümle "Bundan sadece bir kaç yıl sonra, yeni montlarımızı aldıktan sonra bir kahve içip buradan birlikte çıkarak kendi evimize gideceğiz."

İşte o günün gelmeyeceği olasılığı, boğazımda düğüm gibi kalan bir hayata dönüşüyor. Kimse benden bir şeyler beklemez oluyor, 8 aydır bir kez bile yemek yapamamam gibi.

Yine raflar boş kalıyor, her şey bir dolu çekmecede ve bu eksiklik beni hiç yalnız bırakmıyor...
Yalnız başıma yürürken, küçük bir kız yanaştı bugün yanıma. Buz gibi havada yırtık pırtık kazağının üzerine, ısınmasına engel olan ince pembe bir montu vardı küçük kızın. Darmadağın olmuş saçlarının arasında pırıl pırıl bir yüzü vardı aslında. Cennet gibi bakıyordu gözleri, mutsuzlukların içinde fazlasıyla eğleniyor gibiydi. Bir elinde satıp, belki de kendine bir ekmek alıp karnını doyurabilmek için, tuttuğu mendilleri vardı. Diğer elinde ise minicik avucuna binlercesini dökmek istediğim şekerlerden ancak iki tanesini tutuyordu. Montumun kenarından çekiştirdi beni "Ablacım bir mendil alır mısın ?" dedi akan burnunu eliyle silmeye çalışırken. 

İçimden onu kucaklayıp sarılmak geldi başta, sonra elimde ne kadar para kaldıysa bakıp kalın bir kazak ve mont almalıydım ona. Yanımda durmaya devam ederken, göz ucuyla cüzdanımı karıştırdım. Ancak onu bu sıkıntılarından kurtarmaya yetecek hiç bir şey kalmamıştı. Şarkılar söyleyerek etrafımda dönmeye devam etti, montunu kollarıyla yana doğru açarak balerin gibi dans ediyordu güzel gözlüm. Saniyeler içinde onu bu hale getiren her şeye isyan ettim, onun yeri yol kenarında donarken mendil satmak değildi. Onun yeri sıcacık sınıfında, sıcacık evinde çocukluğunu doyasıya yaşamaktı. Bense elim kolum bağlı kalmış bir şekilde onu izlemeye devam ettim sadece. Durduğumuz kaldırıma çöküp oturdu birden, insanların umursamaz gözlerinin ardında gülümsemeye devam ediyordu. Bende kulaklığımı çıkartıp yanına oturdum. 



"Metrobüs geldi binmeyecek misin abla ?" dedi. Kafamı iki yana salladım "Canım sıkıldı, seninle oturmak istedim. İzin verir misin böyle bir şeye" dedim gülümseyerek. "Hava çok soğuk nerelere gidecen sen oturma buralarda" dedi küçük elleriyle kolumu tutarak. "Ben üşümem ama sen benden daha çok üşürsün asıl sen neden buralarda duruyorsun ?" diye sordum. "Yok ben üşümem, kardeşim küçük karnı çok aç bende bir şeyler almak için mendil satıyorum. Bak işte burda almayacak mısın?" dedi. Elimi cebime götürüp kalan son kağıt paramı ona uzattım. "Alacağım tabi ki hava soğuk belki burnum akar" dedim. Gözlerindeki heyecan o kadar derinleşmişti ki, ellerimle saçını okşadım dayanamayıp. 

"Sen okula mı gidiyorsun?" dedi. "Okuldan çıktım şimdi" dedim bende. Ah güzel çocuk keşke seni de elinden tutup götürebilseydim. "Ama mutsuz gözüküyorsun, derslerin kötü mü geçti yoksa?" dedi. "Hayır okul güzeldir, derslerim de güzel geçiyor. Sen gitmiyor musun?" diye sordum cevabın "hayır" olmasından korkarak. "Gidiyordum, okumayı biliyorum. Bak, sel-pak, yazıyor" dedi elleriyle alkış tutarak. Okul konusunda konuşmak istemediği belliydi, itelemek isterdim ama canını sıkmaktan çekindiğim için vazgeçtim. Sessizce geçirdiğimiz bir kaç saniye içinde avucunda tuttuğu şekerleri bana uzatarak "üzülme bak şekerim var, sana veriyim şeker beni hep gülümsetir." dedi. "Eğer seni mutlu ediyorsa, sende kalsın bence" dedim. Israrla elimin içine tutuşturdu şekerleri. "Dur bakalım, o zaman bir sana birde bana paylaşalım" dedim ikinci şekeri ona uzatarak. "Tamam" dedi titreyen elleriyle şekeri açmaya çalışırken. O an aklıma geçen sene taksim de küçük bir kıza yemek aldığımız, karşılığında bize su verdiği gün geldi yine gözlerim dolmaya başlamıştı. "Ama sen neden ağladın ki, bak mendil aldın" diyerek elimde durak paketi kapıp içinden bir mendil uzattı bana.  




"Sen yalnız mısın burada, ben ne zaman üzülsem anneme sarılırım" dedi. "Annem uzakta benim, babamla yaşıyorum burada" dedim. Bir anda küçücük yüreği en büyük dert ortağım olmuştu. "Arkadaşların mı yok yoksa, ne zaman senin gibi güzel ablalar görsem hep arkadaşlarıyla gelirler buraya" dedi bilmiş bir tavırla elini beline koyarak. "Hayır arkadaşlarım var, ama ben bugün seninle oturmak istedim" dedim gülümseyerek. "Benimde arkadaşlarım var, bak şurada oturuyorlar" dedi. Kafamı çevirip baktım, küçük kızdan farksızdı hepsi de bir dünya masumiyetin altında tir tir titreyen bedenleriyle oturuyorlardı. Önümüzden belki de 10 tane metrobüs geçmişti biz sohbet ederken biranda korkuyla kulağına eğilip. "verdiğim parayı kendin için kullan sakın senden büyük kimselere verme" dedim. "hayır vermem, kardeşime de şeker alacağım o da çok seviyor bu şekerleri" dedi parayı tekrar çıkarıp sallayarak. "O zaman ben şimdi gidiyorum, sende kendine çok iyi bak lütfen tamam mı?" dedim son kez yanağını sıkmıştım. "Çok teşekkür ederim, sende ne zaman ağlarsan verdiğim mendili kullan seni üzen şeyleri saklarsın içinde" dedi.

Bırakıp gitmeye kıyamadan hüzünle kalktım yanından. Ah güzel çocuk umarım gün gelir ve ben bir gün seni yeniden bulurum. Bulduğum gün sana istediğin her şeyi verebilecek durumda olurum. Bundan sonra da bütün hüzünlerimi bu pakette saklarım senin için... 

Bu yüzdendir ki güzel insanlardan kopamayışım, bu yüzdendir ki güzel insanları unutamadan arkalarından acı çekişim. Kalbim inanıyor ya değer verdiğim her güzel insan bir gün yeniden hayatımın bir parçası olmaya devam edecek...


"Motosikletli kız günlerdir seni bulmak için buralardayım, 
Sen yoksun. 
Motosikletli kız çatladımı dudağın,avucun,yüzün,yüreğin? 
Üşüyor musun? 
Kırık bir kalp elinde kala kala..."

"Tatlı bir mutluluk aşkına kalan bir uykusuzluk ve sabahı derinden etkiler insanı. Atılan tırmıklar gibi her şey aslında, acının masumluğuna kanar vücut başta. Çizik ne kadar derin olursa o kadar kanar. Zannedersin ki akan sadece mutluluk ve acıyla baş edersin. Dakikalar takılır peşine, huzur sönerken korku tenini yakmaya başlar. Olan olmuş bir kere, biten bitmiş..."

Sonra kelimelerin yetersiz kaldığı yerde, gözleri anlatmaya başlıyor kendini. "Sakın ağlama" diyor ruhu, bedeni kitleniyor bir anda. 

"Çok acıyor, benden başka kim anlar ve yine benden başka kim katlanabilir ki" diyor motosikletli kız. Sadece ruhuna isyan ediyor, keşke gün gelse ve ruhu da onu terk etse diye yalvarıyor bedenine. 

Sahip olduğu bir motosikleti ve ne zaman sürse ardında dalgalanan kızıl saçları ile kalmayı seçiyor yine. Ne de olsa bir kere kaybediyor yoldaşını. 

Kendini bulmak için yoluna devam ediyor, çamurlar, ormanlar, dağlar, tepeler. Kendini ne zaman bulduğunu fark etse canı daha çok yanıyor ve kendini ne zaman bulduğunu fark etse, yolda kaybettiği yoldaşına aslında daha da çok yaklaştığını anlıyor.

Yoldaş uzaklaşmaya devam ettikçe, hayatta bir o kadar uzaklaşmaya devam ediyor. 

Ve saniyelik bir vardan yok oluş aramaya devam ediyor motosikletli kız...


"Şems olmasa Mevlana, Mevlana olamazdı, demişti bilgin kişi ve benim Şems'im de hayatımı bütünüyle etkilemeye hazırdı."

Gözlerimi bile açık tutmaya zorlandığım bir gündü bugün. Heyecanla aylardır beklediğim, ne olursa olsun mutlu olacağıma inandığım gün.

Hayatlarca kitap okudum bugünün geleceğini bilerek, fazlasıyla yarım kaldığım aylar 1 günde nasılda silinivermişti. Aylar önce kaybettiğim çocuğu 3 saatliğine de olsa geri kazanmıştım. Mutlulukla karışıktı hüzünleri ancak yeniden karşımda görmekti beni derinden etkileyen. Gözlerin derindi bir kere, sözlerin cennet... İçimden defalarca "elini tutmak vardı şimdi" dedim. Sakince durdum ve zaten yeterdi seni görmek, belki yıllarca yeterdi bu an bana ama ben yine doyamazdım sana.

Lanet ettim kendime ve seni kaybettiğim zamanlar, umutsuzluğa düşüp seni yalnızlığa sürüklediğim anlara. Olsun du yeniden karşımdaydı hayatımın aşkı ve ben yeniden özlediğim insan olmaya başlamıştım. Ne ilaçlar bana geri verebilir bu anı, ne alkol ne sigara...

Her şey bittiğinde saatlerce yürüdüm yollarda, müziğin eşsiz derinliğine verdim kendimi. Ağlamadım ancak bir o kadar da ağladım insanların umut ve hüzün dolu yüzlerine baka baka...



İçimden defalarca ismini haykırdım, gitmiştim ama kalbimi yeniden seninle bırakmıştım karşı kıyıda. Bizi bağlayan bir köprüydü İstanbul ve aylar sonra ilk defa yeniden gökyüzüne çevirdim yüzümü. Güneş tenime değerken camdan usulca, kanın damarlarımda yeniden akmaya başladığını hissettim. Ve yeniden yaşamak istedim hayatı, belki de başa sarmak.

İster yeniden sev beni istersen sevme, yine de gözlerine baktığımda kendim olduğumu hissettirdin bana. Özlediğim o çocuğu saatlerce bedenimde yaşattın ve yüz yıla değerdi o saatler.

Aslında acısı bile güzeldi seni sevmenin, gitmenin ve yalnızlığın. Sonuçta gelsen dünyam bir anda yeniden aydınlanırdı ve bugün o ışığı hücrelerimde yaşadım.

Kışı çok severdim eskiden, şimdi ise korkar oldum kardan adamlardan. Varsın yağsın tüm dünyanın külleri başıma, kendimi sevsem de, inansam da ve bulsam da benliğimi yeniden. Bir sen, yaşamdan; sakinlikten, acı çeken bir hastanın ölümü arzulamasından bile güzelsin. Her zaman başıma gelen en güzel kedi bir Şefika ve bir sensin. Ve bir kartanesi kadar sonsuz özelsin...
Geri kalan anılarımı da kapatabilmek adına Taksim de dolanırken, duvarda yazan bir yazı gözüme ilişti bugün "Yaşattığınız her acı, günün birinde hayatınızı mahvedecek." Durup düşünmeye başladım kimin kalbini bu kadar çok kırmıştım ki ve bu kadar çaresiz bırakmıştım acı çektiğini bile bile.

Böylece hayatıma beni tümünden iyileştirecek birisinin gireceğinden şüpheli bir şekilde yaşamaya devam ediyorum. Beni kendime getirecek kişinin hala aynı kişi olduğu kanısından da pek vazgeçebilmiş değilim. Düşüncelerine değer verdiğim bir çok insanı saatlerce yürüterek dinlemişliğim bile var. Ancak bir kere de vazgeçemiyor insan.

Düşünceler bin bir yanımı sarmaya başladığın da aslında ilk başta rahatlıyorum. Anlamaya çalışıyorum ve kendimi telkin ederek yürümeye devam ediyorum. Saatler geçtikçe içimdeki sakinliğin yerini endişe ve çaresizlik almaya başlıyor. Her an en başa dönebilecekmişim korkusuyla geçiyor geceler. Beni bu uçsuz bucaksız derinlikten kurtarabilecek tek insan da sadece kaçmayı tercih ediyor. Nedenini çözemiyorum ve üstüne eklenen her cümle beni biraz daha aşağıya çekiyor. 

Aslında kanıtlamam gereken hiç bir şey olmadığı halde, umutsuzca duygularımın saflığını ve sorunların tek suçlusunun ben olduğuma inanmaya devam ediyorum. Tüm bu suçları omuzlarken, durmadan yığılıveriyorum; yüküm ağırlaşmaya devam ediyor. Oysa karşımda, gösterdiği kadarıyla hayatına mükemmel bir şekilde devam eden insana karşı direniyorum. 



Oysa bir kez uzatsa elimi tüm sorunlar yok olacak içimde, kaybolacak tüm korkular ve ben eski düzenime yeniden kavuşacağım. Bu kez de ben bencillik ediyorum fazlasıyla. Kendimi kurtarabilmek için, aşık olduğum insanı artık sevmediği biriyle birlikte olmaya zorlamak mesela. Gerçi yüreğim sevmediğine pek inanmak istemese de kendimi inandırmak için aylardır zorluyorum. 

Ha düzeldim düzeleceğim dediğim her günün gecesinde, büyük bir telaş ve içimde büyük bir savaşla tek başıma kalıveriyorum. 

Şimdi sadece sussak ve gelsen yanıma, her şeyi yoluna koysak. Sadece birbirimizi de değil birbirimizin geleceğini düşünerek hareket edeceğime o kadar eminim ki. Zaten sende giderken "bu bize büyük bir ders olacak" demiştin; ben dersimi aldım. 

Ve eğer içinde küçücük bir umut bile varsa aşkın için durma tek bir cümle "bende seni çok özledim..."


Zedka'nın sonu gibi yazılmış bir hikayeye doğru ilerliyor hayatım bugün. Ve bu hafta hayata dair ne varsa yapmaktan vazgeçiyorum. Zaman su gibi akıp gitmiyor bile... Veronika'ya da çok üzülüyorum mesela, uykularımı kaçıran bir karakter halini almaya başlıyor. Ölüme ne kadar yaklaşırsa o kadar da uzaklaşıyor. Kısacası bir ölemedi gitti diyorum.

Zihnim üzüntülü notlar almaya devam ediyor. Geri dönmeyecek ne varsa, ince ince işleniyor ruhuma.



Yağmur yağarken, dışarı çıkıp yürüdüğümüz ne kadar yol varsa tek tek gezebilmeyi geçiriyorum içimden. Kar yağacak diye çok korkuyorum ilk defa. En sevdiğim mevsim olan kış tam bir işkence halini almaya başlıyor.

Önümde çeşit çeşit ilaç her sabah mideme inmeyi bekliyor. Bense en azından doğal yollarla sana son kez veda edebilmek için hepsini eliyorum. Zaten ayrılıkta pasif bir intihar oluyor benim için. Geriye bırakabileceğim hiç bir şey yokmuş gibi, heyecanla karanlığın içindeki gölgelere koşuyorum. Fazla bencillik benimki biliyorum ama benim içinde, sen giderken fazla bencil kalıyordun.


İki gecedir biraz da kitabın etkisiyle, uykularım sabahları arıyor. Yatarken telefonun sesini sonuna kadar açıyorum. Belki kendini kötü hissedersen yanında olamasam da dinleyebilmeyi diliyorum. Olmayacak şeylere ne kadar da takıntıyla bağlanıyorum değil mi?


Hala hüzünlü olmana dayanamıyorum, yüreğimden bin bir parça yerlere dağılıyor ve ben toplayamıyorum. Kalbin minicik kırılsa geceler kılıç kadar keskin soğuğuyla yanıt veriyor.

Bu arada kedimi de hala çok seviyorum, onun beni terk etmesinin son darbe olacağını bile bile kendimi avutuyorum. Sen bilmezsin ama o bile seni ne kadar çok özlediğimi görebiliyor.

Bu hafta yalnızım mesela, yalnız kalabiliyorum. Hem zaten hep yalnız kalabiliyordum ama bencilliktir ki affet seni yanımda istemem. Hayatını bir kenara atıp benim hayatımı yaşamaya zorlamaktı bu belki de yeniden affet.

Sana ulaştıramadığım her kelimeyi belki bir gün ulaşır diye karalıyorum...
"Ne ilaçlar sakinleştirir akıp giden ruhu, ne de sözde demlenmeyi bekleyen 
çaylar..."



https://www.youtube.com/watch?v=CVHHLh99B3Q ==> "Haydi Söyle"

Hüznü bir kenara atamaz kimse, olabildiğince uzaklaşır ancak asla kopmaz bedeninden. Neşterin keskinliği bile alamaz onu içinden. O özlemeden yanmaz umut ışığı ve yine aynı noktada bulur insan kendini.

Yüreğin kal dese de beynin savaşmayı sürdürür gitmesi için. Tatlı uykuların azap halini alırken bulursun rüyalarında kendini. Aylardır geçmeyen bu acıya küfreder durursun, oysa uzaklaştırmaktan aciz olan ruhundur sadece.

Geceleri gündüze çevirir gözlerin, odandaki ışık hiç sönmez karanlıkta. Geleceği güne mum tutarsın ve erimeye başlamışken yolunda, ellerin yana yana koşarsın.

Nefreti her zaman uzaktır sana, seninse sevgin senden daha yakındır ona. Uzaktan seyredersin anıları, gülerken birden ağlarsın ve kırılır bütün camlar...

Bütün bir çekmece sigara paketleriyle dolar, odanda sessiz bir duman ciğerlerine işler. Neden bu çakmak bozuldu diye bağırırsın camdan. Kediler, acına yankı olur uzaklardan.

Şişelerce sakinleştirici, ya ölümü beklersin ya da ölüm kadar tatlı beyaz uykunu.

Hayata siktir çekersin ve bütün sayfalar karalamalarla dolar.

Yolda yürüdüğünü hissedersin, oysa bacakların sadece seni taşıma sorumluluğunu üstlenmiş ve tüm sinir sistemin kalbine bağlanmıştır o gece.

Ellerin titreye titreye oturduğun yağmurda, göz yaşların su damlalarına karışır sadece. Çantanda getirdiğin bir kaç kitap ve boşa karıştırılan sayfalarla baş başa kalırsın.

Binlerce nankör doludur etrafın, göremezsin. Yardım ettiğin mutlulukların, mutsuzluğunda boğulup gidersin.

Cebinde kalan son 10 lirayı da bir paket sigaraya verir, kayalıklara vurursun yalnız kalan ruhunu.

Hiç bitmesin dediğin tüm sarılmalar zihnine binlerce oyun oynar ve sen sadece sonsuz bir baş ağrısı ile ortada kalırsın.

Son kez "gitme" diye çığlıklar attığın hayat seni bir başına ölümün tatlı tınısıyla yalnız bırakır seni.

Ve yine sessizce geçtiğin yollardan, onsuz yürümeye devam edersin büyük bir acıyla...


Masum ancak bir o kadar kızgın bakardı gözleri. Patileri altında sürüklenen parkeler taşırdı onu. Herkes gibi küçük şeylerin içinde sıkışıp uyumayı severdi. Meraklı olduğu kadar belli etmemek adına da her şeyi yapardı.

Başlarda ben korkardım yaklaştıkça, daha sonra o kaçardı. 

Güzel ailen gibi sende birtaneciktin ve iyi ki tanıdım seni küçük aslan. 

Huzurlar içinde kal küçük aslan...
"Şu kapıdan çıkan kimse geri dönmedi. Evim en alt kattaydı atlayanlar ölmedi..."


Siyah ile beyazı ayırt etmek güzelim, en zoru bu olmalıydı hayatta. Tırnaklarında bile gri ojeler varken, iki uç noktayı yaşamaktı...

"Mutlu olmak için bir şeyler mi bulmalıydı?" yoksa "Bir şeyler için mi mutlu olunmalı?"

Gece saat 10'a çeyrek kala bir yıl önce bugün. Karanlığa dönen ruhun yeniden aydınlanma yolunu seçmişken, yapış yapış tenin gölgeler arasında kayboldu. Işıklarda durdu ve yerde 200 lira buldu. Heyecanla sarıldı, belki baş başa birer kadeh şarap içmekti istediği. Asansöre koştu, ama para hala sahteydi...

Tek fark o zamanlar üzülmek yoktu, mutsuzlukların içinde elini tutan el ile mutlu olurdu. Şimdi ne o sahte para kaldı ne de içinden çıkılacak bir mutsuzluk.

Ve insanların kalbine boş gözlerle bakmak neydi azizim?
-Yeri hiç dolmayacak bir kalbi onaramamaktı...

Belki de hikaye bundan bitti, sonuçta acı çektirmen değil acı çekmen güzeldi, sonuç olarak sahte 200lüğün bile hatrı kalmadı onda...
"Kocaman bir çınar ağacına tutkun olduğum doğrudur. Ve bu ay o ağaç köklerini toprağa salalı tam 25 yıl oldu." 



Belki de başka bir gün bambaşka bir yerde, köklerimiz toprağın altında yeniden tutunacak birbirine. Ancak şuan tüm mutluluğu paramparça eden bir korku gözlerimde, özleminden. Ve tüm hatlarınla seni sevmekten geçer, ilmek ilmek nefesime işleyişimden...

Yeniden doğmak veya ölmek bile kilometrelerce uzak. Ve bir kaç soru? 
 -Yanında olmanın bana verdiği mutluluğu neden hiçe saydın?

Yaşadığımız her mutsuzluğun içinde, ben senden güç alırken. Sen neden yeniden kaçmayı tercih ettin? Tek ve eşsiz kudretlim, koca çınarım, yaşam pınarım...

Unutmaktan korktuğum; anılarım, elim kolum ve çocukluğumsun. Kendimi bulma çabamda, alevlenen düşüncelerimsin. "Gitme" derken beni benden çalıp gidensin.

Gün gelirde bir gün yeniden damarlarında akarsa benim kanım; bu kez söz veriyorum senden ayrı içtiğim tüm limonlu çayların hesabını vereceğim.

Bu 25 yılın tüm yorgunluğunda bana ayırdığın 2 sene içinde dökülen tüm yapraklarını yeniden filizlendirmen dileğiyle. Dalların eğilse de gövden daima dimdik kalsın. 
"Sizi sizden daha çok sevecek insanları değil de, sizden uzaklaşırken bile yabancılaşmayacak insanları siz daha çok sevin"


Her serüven bir kalem ve tonlarca boş sayfa ile başlar bu hayatta. Önce düşünceleriniz daha sonra da ruhunuz yalnızlaşır. Ne kadar acı çekerseniz o kadar güler gözleriniz aslında.

Dökülen her göz yaşı sizi daha güçlü kılmaya başlar ve ayaklarınızın üzerinde durmaya başladığınızı hissettirir. Düzinelerce mektup yazdırır aşkınıza. Asla tamamen geçmez ama değersizleştiğiniz her an biraz daha hissizleşirsiniz.

Kelimeler boğazınıza yumruklar ata ata midenize geri düşer. Bu süreç aylar, hatta yıllar alır bence. Hiç bir son, tükenmez kalemle yazılmaz. Her zaman yedekte bir silginiz olur. Geçmiş, geçmiştir ve siz sadece anılarınıza hayranlık beslemeye başlarsınız. Kırgınlığınız, aşka değil kendinizedir...

Zaten hiç bir aşk sonsuz olmamıştır ve mutlu bittiği görülmemiştir. Olsaydı buna "Aşk" diyebilir miydik ?

Tek taraflı açılan bir yaradır aşk ve geçeceği olmadığı gibi, sizi başka insanları sevmek zorunda bırakır. En baştan alırsınız tüm hikayenizi. Silinen bin sayfalık yazı gibi, ısrarla her ayrıntıyı zihninizde yeniden yazarsınız. Kendinizden değil ondan bir parça arasınız. Yaptığımız en büyük yanlışta bu olmuyor mu zaten?

Oysa onu, o olduğu için sevmiştiniz. Şimdi kendinize gelin, çünkü o artık anılarınızda yaşayan insandan çok daha farklı biri oldu. Sizde öyle. Zaten değişmemiş olsaydınız ikinizde, bu kadar acıyı çekmek boşuna olurdu.

En zor şeydir, hayatta en çok sevdiğiniz insanın yanından geçerken yabancılaşmış olduğunu görmeniz. Elleri ellerinizi bırakmaz dediğiniz insanın; gözlerini, sözlerini ve gülüşlerini sizden kaçırması...

Ve şimdi bu aşk kalbinizde sonsuz bir karmaşa, gelse de gelmese de uzaktan sevmeye devam edeceğiniz. Vazgeçemeyeceğiniz ancak defalarca kendinizi zorlayacağınız. Hatta 10 yıl sonra bile küçük bir nedenden dolayı, bu aşk için ağlayacağınız.

Kim ararsa arasın, onu bulacakları yer yine sizin kalbiniz olsun.
Aşk böyle de güzel...