"Unutur muyum hiç. Onunla ne hayaller, ne umutlar, ne planlar kurmuştum. Hatta ona kalbimden de söz ederdim; Güler diye korkardım... Öldü bir kere daha da dirilmedi. Nereye gitti bütün bunlar, niçin bu ateş söndü? Anlamıyorum. Başımdan öyle büyük felaketlerde geçmedi, kasırgalarda geçmedi. Hiç bir şey kaybetmedim. Vicdanımda hiç bir leke yok, cam gibi tertemiz, gururumu kıracak hiç bir şey olmadı. Tanrı bilir niçin hayatım böyle harcandı gitti."

Işıkları sönmüş parka bakan pencereden uzanmış saçlarım rüzgarın azizliğine kapılmış savrulurken, soğuk havayı ciğerlerime çekiyorum. Yaşadığımı hissetmeye çalışıyorum. Zihnime çekmeye çalıştığım perdeler uçuşuyor dört bir yanımda. Manasız bir şekilde bu gece seni çok özlüyorum, sanki içim içime çekiliyor. Sigaramın dumanı havaya karışırken gözlerimden akan yaşlar hayallerimizle dolup taşıyor. Midem bulanıyor, soğuk almış bir beden gibi hasta olmaya ilerliyorum.

Tecrübe kazanmaya devam ettikçe, insanlara daha az yaklaşır oluyorum. Uzaklaşıyorum tüm hayallerden birer birer ve hayata yeniden sırtımı dönüyorum bu gece. Affetmek istiyorum başta kendimi ama asla unutmak olamaz diyorum. Sonsuz bir acıyla özlemeye devam ediyorum en derin hücrelerimde hissederken nefesini.

Unutacağım tüm acıları diye söz verdim, sil baştan hayata atılabilmek için. Neredeyse 1 yıl olacak yolumu bulamadım bir türlü sensiz. Ellerim her zamankinden daha çok terli ve ruhum her zamankinden daha uzak yaşayanların dünyasına. Annem de gidecek şimdi ve ben yeniden kendimle baş başa kalmaya devam edeceğim. Baş ediyorum ancak bitiremiyorum bu ağzı sonuna kadar dolu acıyı. Hayatta bir kez aşık oldum ve kimseleri koyamıyorum yerine. Öyle garip beynim, ağır şimdi anlatamıyorum kendimi.

Tezer Özlü'den bir alıntı ile kapatıyorum şimdi her şeyi;

"İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa. Sevgisi o denli derindir. Ve acısı da o denli büyük."

Şimdi de gel anlat beynim kalbime nasıl geçer bu ağırlık...
28 saatlik derin uykusuzluğu tattığım son saatlerde gözlerim ağırlaşmaya devam ettikçe elimde en sevdiğim edebiyat dergilerim zamanımı benden çalmaya çalışan uykuma, kafa tutmamda en büyük destekçilerimdi. Dünyadaki sevgi adı altında toplanan duyguların yarattığı sorunsalı bütün şair ve yazarlarla tartışmayı başarmıştım. Uykusuzluk muydu bu gerçek dışı hızursuzluktan beni kurtaran yoksa gerçek olduğuna kendimi inandırdığım nedenler mi? Büyük bir boşluktu aradaki çizgi ama artık pekte umursamıyordum.

Başta susmayı seçtim, aylar öncesinden denemelerine başlamıştım bile ben sustukça zihnimde yazılar da birer birer silindi. Zihnim sustukça kalbimin ağrısı sırtıma vurdu başlarda, uykusuzluk baş göstermeye başlamıştı. 3 saatti tatlı uykum ama yetiyordu en azından bedenime. Üstüne düşmeye devam ettim zihnimin. En derine çok derine indim. Birlikte uzun bir yolculuk yaptık. Bir ara elimi bırakacak gibi oldu kaçmak istedi benden, sinir hücrelerim saatler boyu çalıştı ve zihnim elimi tutmayı asla bırakmadı.

Demişler ki sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer, tam üzerine basmışlar insan ne değişik bir varlık. Olsun temkinli olmayı öğreniyor farklı yollarla,  kalbini ve zihnini emniyete almayı. Nedenler bir kenara bırakılıyor ve sonuca odaklanılıyor.

Şimdi de ben diyorum ki "hiç kimsenin, yağmurun bile böyle küçük elleri yoktur." Boy dediğin nedir gülüm, ruhlar anlaşsın. Geçmiş sizi hatadan başka kefeye koymazken, geçmişi ölesiye sevmek olur mu? Biz her zaman bizdik, değiştiniz efendim değiştiniz diyenlerdir en derin değişimi yaşayan. Aylardan sonra anlarmış ki insan, kendi isteğiyle yanında olmayan kimse üzüldüğüne zerre değmezmiş ve en büyük hayal kırıklığı insanın kendinden başkası değilmiş. İnanmak, sevmek, aşık olmak, değer vermek hepsi kendi suçumuzdu. Şimdi ise hayaletlerden başkası yok yanımda, çürümüş bir beden, hayallerini kaybetmiş bir ruh ve çırpınıp duran kanatlarım. Dünyaya tek başıma geldim ve yine tek başıma sıyrıldım acıdan. Sırtımı kestiklerinde ciğerlerimden aldıkları her kanserli hücre ile birlikte aşk diye içime çektiklerimi de atıcam...

Bir kaç saat önce "Neden İsmail Abi gibi olamayız" konulu bir video izledim. Fazlaca hak verdim son sözlerine; herkes İsmail abi gibi bir sevdiği, arkadaşı, yoldaşı olsun isterken kimse onun gibi olmak için uğraşmaz.

"Nedendir çünkü herkesin vardır bir sevdiği ama en çok kimi seversen o gider ve herkesin illa ki vardır bir beklediği ama en çok kimi beklersen o gelemez"

Saflığın bizlere aptallık olmadığını göstermiş bir karakterdir gerçekten de. Ayrılık acısının geçmediğini ama geri gelen tek aşkın da hayalden daha güzel olduğunu anlatır. İnsan dediğimiz mahluktan farklıdır çokça, mesela böyle karakterlere insandan daha özel bir isim verilmelidir. Çünkü insan; doğası gereği bencildir, acımasızdır ve sevmeyi bilmez kendi adı altında topladığı insanlık değerlerini. Oysa İsmail abi farklıdır, seveni de sever sevmeyeni de. Canını yakan da değerlidir, canından çok sevildiğini bildiği de. 

Her şeyden de önemlisi elindeki ile yetinip mutlu olmayı bilir. Olanı da olmayanı da paylaşmayı sever. Sonra hiç gelmeyecek olan o gemiyi her gün heyecanla bekler. Hayata bağlanmak için elinde birden çok neden vardır diye düşünür. Herkesten çok acı çeker ve bilir acının nasıl bir duygu olduğunu. Sorar defalarca "Sanki bir acı hissettim kalbimde, bu acı geçmeyecek mi abi?" diye.

Acılar geçmez be abim ama sen, sen olduğun sürece içini dışına bilen gerçek insanlar yanında olmaya illa ki devam eder. Gelmeyecek gemileri beklerler seninle, içtiğin etere bile ortak olurlar gün gelir de. Yeter ki sen sen ol abim ve senin gibi olan insanlarla donat bu dünyayı, belki o zaman kalpler kırılmaz, ayrılıklar yaşanmaz, savaşlar olmaz. Tepeden bakmaz kimse birbirine, sevgi ve saygı sarar dört mil boyu ormanları. Ağaçlar kesilmez, duvarlar dikilmez bilinçsizce. Televizyonlar kapanır sohbet saatlerinde, bilgi erdem olmaya devam eder ve cahilliği yener. Seni görünce belki olur tamam olur diyorum ama çoğu zaman kendim dahil, kafamı kaldırıp etrafıma baktığım da umudumu kaybediyorum. 

Bunun içindir ki önce kendimi bilinçlendirmeye çalışıyorum ki, lafı geçen insan dışı mahluklara laf etmeye yüzüm olsun. Önce kendimi dinliyorum ki, yaptığım hatalarla başkalarının da canını yakmayayım bir daha. Ve diyorum ki belki bir gün çekilen tüm acıların sonu mutluluk olacak.

İçinde hayat bulunan ne varsa bende var ve ben nefes almaya devam ettikte acısa da sevmeye, zorlasa da beklemeye, öldürse de savaşmaya devam edeceğim.




Aşkın gözü her zaman olduğu gibi kördü ve kusurları görmekte çok geç kalıyordu. Önemli olan, var olanı tüm kusurlarıyla sevebilmekti. Gerçek aşk ruhtan ibaretti. Ne zaman ki aşkın bitti kusurlar seni birer birer itti bağlandığın ruhtan. 


Aşkı sonsuz sevgiye dönüştürebilmekti, çünkü ne olursa olsun her aşk biterdi. Bunu da en iyi özetleyen Mantıku't-tayr Destanıydı ve ne zaman okusam gerçek yüzüme vurulurdu bir kez daha;

Bir erkek bir kadını seviyordu ve onu görmek için aceleci davranıyordu fakat aralarında koca bir nehir vardı..

Kadının duvarları yeşil renkli olan evi Dicle'nin karşı kıyısındaydı. erkeğin evi ırmağın beri kıyısında kaldıysa da kadının aşkı, onun aklını başından almıştı. erkeğin gönlü aşk hevesine kapıldıkça Dicle'ye girip karşı kıyısına geçerdi ve bu 10 yıl boyunca bu şekilde devam etti. bir gün erkek kadına ''bugün gözünde bir leke gördüm. bu leke dün gözünde yoktu.'' dedi. kadın; ''artık geçmek için Dicle'ye girme ve ömrünün boyununa vurma!'' dedi. 

Erkek devam etti; "ben on senedir bu ırmağı geçiyorum ve Dicle'yi bir damla su gibi içiyorum. bir manda gibi her gün suya giriyorken, şimdi neden artık girme diyorsun?'' kadın cevapladı; ''ey canım, bu leke benim gözümde on senedir mevcut. Dicle'ye hiç çekinmeden giren ve baktığında gözümdeki lekeyi görmeyen, aşk idi. madem aşkın bitti, Dicle'ye bir adım atarsan boğulu verirsin.'
O adam bu sırrı kavrayamadı ve ırmağa girip boğuldu.

Kendini bulmalısın başta, kendine inanmalısın ki sevdiğin de varlığını sürdürebilsin. Kendine olan inancın kaybolduğu zaman kusurlarda, devalarda batmaya başlar göze. Bende sende kendimi bulduğum için bu kadar zorlanıyorum hayatta. Umarım sende kendini başta içinde sonra da mutlu olabileceğin birinde bulur ve anlarsın bir gün beni...


"Sakinliğim insanları neden bu denli korkutuyor? Çünkü sevinçleri ve hüzünleri anlatacak kimse bırakmadım içimde."

Büyüklerimiz yanlış söylemiş, acı paylaştıkça çoğalır. Sevinç paylaştıkça azalır. Önemli olan sevdiklerinin mutlu olabildiğini hissedebilmekte. Çünkü acıyı da sevinci de içimizde kendimiz yaratır ve yine kendimiz bitiririz. Ha bitirmek istemeyen birine de kimse aptal diyemez o ayrıdır azizim.

Bende bitirmek istemeden o, bu, şu diye sorgulamayı bıraktım. Tek bir gerçek vardı ortada bitti her şey bir kere ve defterlerin arasına kapandı tüm anılar. Eksikliğim baş etti burada çünkü defterim benim zihnim olmuştu ve ben istemeden kendini açan bir mekanizmaya dönüşmüş. Kapatamıyorum ama yaşamaya çalışıyorum. Kaçamıyorum ama bastırmayı öğreniyorum. Yok saymayı.

Dün yine televizyondaki şömine alevinde bir şeyler görmeye başlamıştım ki her şey alt üst oldu ve ben pencerenin önünde baş aşağı sallanan bir ceset gördüm.
"Artık ona kızgın değilsin?" dimi soruları gelmeye başladı ve ben daha da büyük bir hırsla "Eskisinden daha kızgınım artık" dedim. Gördüklerimin de etkisiyle kalbim sanki göğüs kafesimden taşacak gibi olurken bir yandan sakinleştirilme eylemine de karşılık vermiyordum ki yine anılar bırakmadı peşimi. Sonra düşündüm ve dinledim derin akan konuşmaları;

"Beni istemeyen ve sevmeyen bir insanı Müslüm Baba bile geri getiremez bu gece, bu yüzdendir ki bende senin peşini bırakmalıyım bir şekilde."

Çünkü ben yeniden olabilir dedikçe, senin zaten istemediğin ve bitireli çok olduğunu unutturuyorum kendime.

İçiyorum her gün ve pişman değilim hala gerçekleşebilecek bir ölümü bekliyorum en azından beynim için. Unutmanın en kısa yolunun artık bu olduğunu düşünüyorum ve haklıyım bu yüzden huzurluyum.

Seni hissedemediğim bir zamanı düşünüyorum, hasta olmaktan daha çok yakıyor canımı sadece bunu biliyorum. Sonra soruyorum bu ben miydim, duygularım da yanlış olan neydi? Birini olduğu gibi severken, neden olduğu gibi sevilmez bir insan? Bende bu yüzden elimden geldiğince kaçınılmaz sonu yaklaştırıyorum kendime.

Şimdi en azından başkalarıyla gülerken görmüyorum seni ve canımı acıtan tek şeyin alamadığım nefeslerin yarattığı baş ağrıları olduğunu biliyorum. Sonra Deniz Celiloğlu'nun bir sözü geliyor aklıma kahrolurken;

"Madem beni seviyorsun; benim beynimi de sevmek zorundasın. Eksiklerimi de. Yokluklarımı da. Çirkinliğimi. Pisliğimi de. Beni sevip sonra sevmediklerini benden çıkaramazsın."

Hayatımın ve kalbimin en büyük çatışması sensin. Savaşın ortasında bırakıp beni sıyrıldın. Oysa ne kadar zorluk peşinde olursa olsun ben yine de tek bir sözüne koşarım, geri dönmeni bile beklemeden...
İkimizinde unutma şekli aynı, görsellikten ve dokunsal hazlardan uzaklaştırıyoruz kendimizi. Ta ki kaçamadığımızı fark ettiğimiz zamana kadar, sonra can yaka yaka görmemezlikten geliyoruz. Birbirimizin kalbini ezip duruyoruz. Çünkü bizi biz yapan şey görselliğimizin uçsuz bucaksız bir deniz oluşu ve kaçamıyoruz.

Hala nasıl yaşıyorum şaşıyorum bazen. Susup gökyüzünü dinliyorum şimdi daha sakinim. Ciğerlerim beni ele vermese koşmaya da devam edeceğim aslında. Sadece susuyorum ve gecenin tensel karanlığını tek seferde içiyorum.

Nefret diyorum, ettikçe daha da yavaşlıyorum. Şişeler boyumu geçiyor ve ben herkesten nefret etmeye devam ediyorum. Eskisi kadar hakiki olmadığını anlıyorum gülüşlerin, paketler dolusu sigara bir bir doluyor ciğerlerime ve ben sevemiyorum hayatı ama vazgeçemiyorum da.

İnim inim inleyen rüzgar odama dolmaya başlayınca rahatlıyorum. Tenim yanılıyor belki de defalarca, ancak her dokunuş dumanlarca tütüyor. Yaralanıyor insanlar, hepsinin üzüntüsünü kendi ruhuma çekmek istiyorum derken baş edebildikleri acılar olduğunu unutuyorum ve bende bir şekilde oturuyorum yalnız kalan güneşin aydınlattığı günde.

Fazlasıyla eksiğim ama yaşıyorum...

Meksika'da bir gün ve ben kendimde Kayra denen herifi görüyorum. Hayattan bu denli nefret edişi ve size binlerce neden sunabileceği gerçeğiyle anlatıyor her şeyi. Tek farkımız kalıyor ki o da; gittiği her ülkede farklı bir dünyada farklı bir kadınla sevişip, ardından karşındakinin de insan olduğunu unutup, kendi yaraları hissizleşene kadar onları dövmesi. Aslında düşünüyorum da yaşattığı his doruklarda olsa gerek, kalbinde açılan binlerce yarayı görselleştirmesi. Yine de şansımı denemek bile istemiyorum çünkü bir erkeği geçtim ki bir insanı öldüresiye dövecek riyakarlığı kendimde göremiyorum. Her nedene bir sonuç yaratmak geçmiyor içimden ve bir kaç adım geriden izliyorum Kayra'yı...
Sonra anlıyorum ki onu öldürmek isteyen adamın da aslında Kayra'dan bir çok şeyi kendinde buluşundan kaynaklı. Ne ilginçtir ki, hiç bir boşluk, hata bu iki adamı birbirinden ayıramıyor. Herkesi terk edebiliyorlar ancak birbirlerinden asla uzaklaşamıyorlar. Bir ara geliyor ve ölümü anıyor gözlerinde Kayra, "en fazla 10 yıl, durmadan içerim ve yeniden esrarın ötesine geçerim. Beynim öldüğü zaman bende her şeyi unuturum." diyor. Kendini terk etmeyi seçiyor yine...

Bende yeniden kendimi terk etmeyi seçmişken zihnimin griliklerinde, Şefika'da beni terk etmeyi düşlemiş gibi kapıdan çıkıp gidiyor. Gitmek istediği ortadaydı, o da terk ediyordu beni ve bir adım attı bile açık olan büyük kapıdan. İşte o an yeniden korkuyu hissettim, kalbim kırılmıştı çoktan. Gözlerim kocaman açıldı şokun nacizane etkisiyle, hızlı bir hamleyle kendimi üzerine doğru attım. "Bugün kavga etmiş olabiliriz, defalarca susmuş olabiliriz. Hayatımızı zaman zaman zora sokmuş da olabiliriz ama unuttun mu ben sana ne zaman sarılsam minik ses tellerin beni onaylar şekilde gırıldardı. Ne çabuk unuttun ne olursa olsun sarıldığımızda birbirimize iyi geldiğimizi." Kedi bu canım! ne anlar diyeceksiniz, ama o an gözleriyle bana çok şey anlattığını gördüm. 2 yıldan sonra ilk defa bebekliğinden gelen savunmasını bir kenara bırakıp iki patisininde uzamış olan tırnaklarını içeri sokup boynuma dayadı kafasını. "Biliyorum ne olursa olsun bırakmaz dediğim seni bile kaybediyordum." Saatlerdir küçücük bir yaramazlık bile yapmadan bacaklarımın arasında benimle birlikte Kayra'yı canlandırıyor gözlerinde. 

Olmak istediğim ama her şeyi geride bırakamayacak kadar yorgun düştüğüm hayalim. Sen yaz ben okuyayım, bu karakterler biz olmadan hayata tutunamaz. Her karakteri empati ile okuyun...

Ve size de sorarlarsa hayatta ne yaptın diye;

"Yalnız kaldım, kalabildim! Altı milyarın arasında doğdum ve hiç birine çarpmadan geçtim aralarından..."

                                                                                -Hakan Günday
Yarım kalmış devamı gelecek bir hikaye başladı insanları anlatmaya..
sokrates'in ölümü ile ilgili görsel sonucu

-Kaç gündür telefonun kapalı ulaşamıyorum iyi misin?

+İyiyim sadece uzak kalmak istedim her şeyden, herkesten.

-İyi değilsin biliyorum, neden artık konuşmuyorsun.

+Konuşacak bir şey kalmadı, neredeyse 1 yıldır aynı ızdırap.

-Bu sessizliğin hoşuma gitmiyor.

+...

-Ne yaptın bugün?

+Bugün hmm... güzel soru, bugün sis inmiş karanlık ve sessiz koşuyolu sokaklarında gezinirken bir kızın önüne atlayıp onu korkuttum biraz, umarım mahkemelik olmam.

-Nasıl yani?

+Dalgındım aslında müzik dinliyordum kalan son sarjımla ve kuzenime benzettiğim bir kızın üzerine  yürüdüm. Beni deli sandı sanırım bağırıp, koşarak uzaklaştı.

-Peki, her hafta konuşmaya gittiğin doktor ne diyor. Yani çözümü nedir bipolar mısın yoksa?

+Bipolar mı? O kadar kötü mü gözüküyor sence, şizofreniye bir adımı kalmış bir deli.

-Korkuyorum sadece 1 haftadır aramızda değilsin sanki.

sokrates karikatür ile ilgili görsel sonucu+Sokrates'in savunmasını yapmam gerekirse sana "Ayrılık vakti geldi ve herkes kendi yoluna gidecek, ben ölmeye o yaşamaya. Ancak hangisi daha iyi Tanrı bilir." diyerek gecenin sessizliğine teslim oldum yeniden. Sırtımda kocaman bir ağırlık ve ciğerlerim sanki göğüs kafesimden çıkacak kadar gergin.

İşleri yoluna koyup, herkesi son bir kez sevindirip uzaklaşacağım buralardan...
"Zaman her şeyi yoluna koyar dendi ancak unutulan bir şey vardı. Kalp çok sevince, uzayan zaman sadece yaraları derinleştirdi ve anılar şimdi daha da acı."

Bugün Hacıosman-Yenikapı metrosuna binmiş eve dönmek için çabalarken bir çılgınlık yapıp hiç bilmediğimiz Vezneciler durağında inmiş bir halde bulduk kendimizi. Sohbet o kadar derinleşmeye başlamıştı ki bunu öğrencilerin vazgeçilmezi olmuş, küçük bir çay ocağında; havanın aziz soğukluğu üzerine sıcak bir çay ile taçlandırmak istedik. Hayat değiştiren kararlar açıklandı, acılar paylaşıldı ve gözler hüzünle dolarken neşeli kahkahalarda eksik olmadı. Beni en derinden etkileyen konuşma ise çok sevdiğim Neslihan ablamın "Kızlar, ne olursa olsun yüzüne bakınca içimi ısıtan, yüzümde güller açtıran bir adamla birlikteyim" demesi oldu. Cümleye noktayı koyduğu anda gözlerim dolmaya başlamıştı bile çünkü "Siz gençsiniz, umarım bir gün sizde bu sevgiyi tadarsınız" demesi fazlasıyla yaralamıştı kalbimi.

Sevdiğim, değer verdiğim insanların mutluluklarını gözlerinden okumak en büyük teselliydi benim için. Çoğu mutluluklarını ya da hüzünlerini benimle paylaşmaya çekinse de bu zamanlar. Dillerinden dökülen her cümle yüreğimde büyük bir etki yaratmaya devam ediyordu.

Gel gelelim "bu kadar yüce bir sevgiyi tatma" işine. Binlerce kez saygı duyduğum bu duyguya sonuna kadar inanarak şunu diyebilirim ki; Ben bu duyguyu 25 Mart 2015 tarihinde belki de milyonlarca insanın yaşadığı ama hala daha beni anlayamayacakları derinlikte tattım. Öyle bir dokusu vardı ki bu hissin yüreğimde ne zaman aklıma gelse, hüzünle karışık şömine alevi kıvamında çıtırtılı bir sevinç yaratıyordu içimde. Tek eksik ben hala daha böyle hissederken, sevdiğim adamın bunlardan bir haber olması. Oysa ki ne mücadeleler atlattık birlikte, sevdiklerimizi karşımıza aldık sadece ellerimiz bir olsun diye. Ne büyük bir acizliktir ki yaşadığım, zamanında beni sevdiğini bildiğim halde kokusunu içime çekemediğim ama yan yana durabildiğimiz zamanları özlemem. Şimdi ise uzatsam ellerimi ona beni görmeden içimden geçip gidecek kadar yok sayıyor beni. Bir yandan da kızamıyorum çünkü hatırlarım birbirimize açılamadan platonik aşıklar gibi gezerken bir kaç dakika bile fazladan yan yana duramazdık çoğu zaman. İçsel bir şey midir, hissedişimiz sanki hiç birlikte olamayacakmışız gibi bunun acısıyla yaşayamayışımız. Benden haz etmediğini sanarken aslında, bir tel saçımın düşüşünü dakikalarca izleyen adama olan tutkum uzaktan. Benim olamayacağını düşünüp defalarca gömmem onu kalbime ama ne zaman görsem pır pır atan yüreğim.

Şimdi elime bir zaman makinesi verseler, seni otobüste ilk gördüğüm ana gidip o tutkuyu yeni baştan yaşamak isterim. Ellerim terlerken, utancımdan tokalaşamadığım günleri bana geri versinler isterim.

Zaman geçtikçe daha iyi olacaksın dediler, oysa dipsiz kuyunun içine düşmek nedir bilemediler. Düşüyorsun ne yere çakılabiliyorsun ne de yeniden gökyüzünü kucaklayabiliyorsun. Eksiksin bir kere çünkü yüzünde güller açtıran, heyecandan ellerini akarsu misali terleten insan senin hayatında yer almak istemiyor yeniden.

Tamam kabul ediyorum, acı çekmeden anlamaz insan ama ben sensizliği hak etmiş miydim gerçekten. Sensizliği tatmak nasıl bir şey ve seni senden daha çok sevmek nedir ? Yaşamadın ki bilesin...
Saat sabah 5 ve bir damla bile uyku olmayan gözlerim fazlasıyla düşünceli. Bu kadar çok hüzün neden mesela ve bunu en iyi özetleyen alıntı ile;

"Hayatımda dışarıdan bakıldığında her şey yolunda gibi, beni seven ailem, sahip olduklarım, sağlıklı bedenim ve sonsuz hayal gücüm. Ancak her iyiliğin yanına yaratan içime öyle bir acı koymuş ki, karınca ezilse on yıl hüznü geçmez üzerimden."

Büyük bir boşluk zihnim, düşünmeli miyim yoksa çevrem benim yerime bir yaşam belirtisi gösterebilir mi bilmiyorum. Akan su misali hayat geçip gidiyor büyük bir bilinmezlikle. Sonu ne olur diye düşünemiyor bile insan, sadece ağacın toprağa bağlandığı gibi nasiplenmek adına hayata bağlanıyor. Yoksa çok mu umurunda hayatta olup olmamak ya da bu kadar basit mi hayatından vazgeçebilmek. Tek sorun prangalara vurmak ruhunu yaşattığın bedende, ama gel gelelim Cemal Süreya ne demiştir "Özgürlüğün geldiği gün, o gün ölmek yasak." Bir özgürlük peşinde sürüklenip giderken aslında gerçekten öldüğümüzü fark edemiyoruz bile. Sevdiklerin kayboluyor önce ve kendini yalnızlaştırmaya devam ediyorsun. Bir kaçış yok bu odadan, dört duvar arasında kalmışsın sanki koskoca dünyada. 

Uçaklar bile alçak uçuyor sabaha çalan karanlığıyla yıldızlı gecede. Herkes "beni anlamak için çaba harcamadan, kızıyorsun" diye bir ağızdan haykırmaya başlıyor. Oysa bu sözler sarf edilmeden bir kaç saniye beklense, aslında kendilerinin sizi anlamadığı çıkıyor ortaya. 

Sonra sevdiğin insanın en küçük hüznüne senin kalbin parçalanıyor. Oysa o senin hüznünü görmekten kaçarken, başka birinin hüznüne ortak oluyor. Ama ben diyemiyorum ki , duygularına en çok ortak olmak istediğinden kaçarmış insan diye. Sonuç olarak çıkış yolu olmayan bir labirentte tek başımıza kalmış ilerlemeye çabalamaktan başka bir çare gelmiyor...  

Ve yine yeniden "saat sabah beş buçuk müsadenle rock'n roll" 
Aylardır üzüntüme haklı nedenlerle kızarak benle konuşmayan kardeşim dediğim arkadaşım aradı bugün;

-Nasılsın, merak ediyorum seni ?

+ İyiyim merak etme, geçiyor zaman. dedim sesime sahte bir gülücük yerleştirerek.

-Merak etme deme işte bu sefer, özür dilerim anlat bana içindekileri.

+Merak etmekten vazgeç dedim ya.

-Sadece dinliyorum...

Dayanamıyordum bugün ve döküldü sözler dilimden
+İçimde olan şey aslında şu;

"Hani üzülünce ağlar ya insan, bedeni rahatlar. Sonra tatlı bir uyku bastırır. Ben ise ağlarken o korkulu kabuslardan kaçmak için aylardır yarım uyuyorum. Başlarda babam da çok endişeliydi ama artık daha az belli ediyor. Annem izin aldı, tatilde yanıma geliyor. Ben kaçmaya çalıştıkça, her gün, her şey onu bana hatırlatmaya devam ediyor. Önce sesi uzaklaştı benden, sonra bakmaya kıyamadığım yüzü. Hani üzülünce ağlar ya insan bir dolu göz yaşıyla. Ben bu aralar sadece mutlulukla dökülen gözyaşlarımı özlüyorum."

-keşke bende senin gibi sevebilsem dedi. Oysa kavuşanaydı sevgi, ayrı kalanlara yarım bir aşk kalmıştı bilmiyordu.

-Annen? dedi

"Aylardır tek kelime etmiyorum ona ama dün arayıp "Anne ben onu çok özlüyorum" dedim içimdeki her şey bir anda dökülmeye başlamışken. Aylar sonra annem ilk defa o güzel sesiyle "Biliyorum, güzel kızım ne kadar acı çektiğini hissedebiliyorum" dedi. "Ama unutma, sen daha önce daha ağır şeylerin üstesinden biz olmadan geldin yine başaracaksın" dedi. Bense hayatımda ilk defa böyle bir acıyı bu kadar derinleştiriyordum içimde. Hayatımda ilk defa bu kadar özlüyor, bu kadar yaralıyordum kendimi."

-Affet beni seni böyle yalnız bıraktığım için.

+Ben kızmadım ki yanımda olan ya da olmayan kimseye. Sende affet karşında ilk defa bu kadar güçsüz olduğum için.

-Sen hala tatlı kıvırcığımsın iyi ki varsın, hep bizimle kal...

İşte bende bu aralar sevinçten akan gözyaşlarını özlüyorum böylesine ve sevdiğiyle beraber olan herkese "sevdiğiniz insanın değerini bilin" diyorum
Kendi beceriksizliğimden kaynaklanan hiç bir sonuç için bir daha ağlamayacağıma dair söz vermiştim kendime. Hiç bir şey için geç değildi sonuçta hayatta ama ben her şeyin fazlasıyla gerisinde kalmış hissediyordum. Böylelikle, bugün de kendime verdiğim sözü hiç bir şekilde tutamamış bulunmaktaydım.

Aslında düşünüyordum, hayatta hiç bir yenilgi bizi geriye düşürmez hatalarımızı görmemize yardım ederdi sadece. Ne yazık ki bu yenilgi kendimi değersiz hissetmeme neden olacak kadar ağırdı. Bütün suçları üzerime alacak kadar da acımasız. Kendimi sevdiklerimin önünde, başarıya ulaşmalarına engel olan kocaman bir taş gibi hissetmek. Oysa elimden geldiğince yardım etmeye, neyim var neyim yoksa ortaya dökmeye alışkındım. Ancak kendi başarısızlıklarım, sevdiklerimi de geriye çekiyormuş maalesef. Bu gerçek akşamın bu saatlerinde bir kaç parça not kağıdıyla yeniden yüzüme çarptı.

Olsun mutluydum yine de çünkü beni hayatından atmayı başaran sevdiklerim bir şekilde başarıya ulaşmayı da sağlamıştı. Kendi hatalarım, kendi başarısızlıklarım ve paramparça olan ruhumla baş başa kalmaya mahkumdum bu saatten sonra.

Sevdiğim, umarım başarılarınla yarım kalan ruhumun mutlu olmak isteyen parçasını bir şekilde doldurmaya devam edersin.
"Ayrılıktı ölümü çağıran, sessiz sokaklarda ve ayrılık belki de ölümden bile beterdi bu yüreğe"

Dünya'da sizi herkesten daha iyi anlayacak kişi hayatınıza girdiği anda anlardınız sizde onu. Kimseyi yerine koyamazdınız ve kaçamazdınız da ondan. Sessiz geçen geceleri zulmederdi zihninize ancak bilemezdiniz ki yokluğunun kalbinize, sessizlikten daha çok zulmedeceğini. 

Sonuçta en yakın arkadaşınız, sırdaşınız ve aşkınızdı sizi bırakıp giden. Herkes kızmaya başlardı "bu kadar değer verme senden giden ruhlara" diye. Yine sizi ondan iyi kimse anlayamazdı maalesef. 

Yalnızlık kötü değildi ve hiç bir insan aslında yalnız değildi hayatında. Çünkü asıl yalnızlık; sizi anlayan insanların olmadığı boş bir dünyaya hapsolmaktı. Bu yüzden geceler boyu arardınız gözlerini ve sözlerini sevdiğinizin. Ancak o sizden gitmeyi çoktan seçmiş olandı. 

Her gece var olmayan gerçekte, rüyalarınızda buluşurdunuz onunla. Yeniden hissederdiniz mutluluğu ve ruhun tazeliğini. Uyanırdınız yaşlı gözlerle hiç bitmesin isterken siz, rüyadan. Kendi kendinize konuşurdunuz ruhunuzu hapsetmiş yalnızlıkla. 

Büyük bir hataydı yanlışlarınızı görememek ama düzeltemeyecek kadar da delirmemiştiniz daha. Siz sevgiyi onun gözlerinde buldunuz ve yine onda kaybettiniz tüm ışığınızı. Çünkü artık, sizi anlayacak bir o ve kimse kalmamıştı hayatınızda. 

Aylarca yalvardınız boş duvarlara "geri dönsün ne olur" diye. Yankılanan ses sadece yüzünüze geri çarptı ve gerçek bir kez daha yaktı kalbinizi. İsterdim ki sevenler asla ayrılmasın bu hayatta, ölüm gibi bir sahtekar varken. Ancak ayrılıktı ölümü bize getiren ve ayrılık belki de ölümden daha beterdi. 


Ellerinde karlar eriyor çocukların sokaklarda. Camda küçük kız, kedisi ile kafa kafaya vermiş izliyor çocukları. Kayıp giden hayallerimi izlediğim gibi ama kızamıyorum sana; çünkü nereden bileceksin şuan neler hissettiğimi, neler okuduğumu ve neler yazdığımı.

Sen nereden bileceksin su bulamayan gezginin, bir damlasına yana yana beslediği aşkı. Yıldızların kaybolduğu gecelerde gökyüzünün neler çektiğini. Her kahraman farklı bir dünya taşır ruhunda. Nitekim doğru söze gelirsek, büyük üstat ne demiş "Sevse terk etmezdi azizim, terk etmek için 100 neden sunulsa önüne bir sebep yeterdi seni kalbinde tutmaya. Bırakmazdı azizim bırakmazdı." Bundandır ki sen nereden bileceksin; sensiz geçen geceleri. Konuşamayan ellerin kırık kalplerini.

Sende bana kızma n'olur, yalnız kalan gökyüzü yıldızını nasıl ararsa ve gezgin sıcağın baskın şükrüyle nasıl koşarsa seraplara.. Bende yeniden kalbine girebileceğim gün için öyle yanıyorum işte bu gece.

Hem kolay mı buldum ben seni bu puslu dünyada, dile kolay 18 sene bekledim sonra 20'ye tamamladım ömrümü. Sensiz bir yıl geçmiş zor mudur, zordur ancak yeniden geleceğini bilirse bir 18 sene daha beklemeye razıyım bende azizim.



"Bu arada kendimle kalınca sakin ol diyorum ama ne zamana kadar.
Bu kaçıncı gecedir kendi kendime onunla konuşuyorum. Geçmiş acılı günlerin tartışmasını yapıyorum. Anlatıyor ve bütün yanlış anlaşılmaları, haksızlıkları düzeltiyorum. Onları yeni baştan yaşanacak bir zamanın önüne getiriyorum. Konuşuyorum onunla. Boş zamanlarımda da değil. Günlük çalışmalar sırasında ama gören olmuyor bu yaptığımı. Dış görünüşüm ele vermiyor beni.
Kısa ya da uzun yürüyüşlerde oluyor nedense daha çok. Bir dalgınlığa koyulma gibi başlıyor. Arkadaşlarımı bilmiyorum ama yürüyüşler çok verimli benim için. Hem dışarıda görünüyorsun hem içeriye kaybolabiliyorsun."


İşte tüm hissettiklerim tam olarak da bunlardı.

"Ruhuma ayna tutuyor sanki şiirler, hepsi sadece tek kişiye özel. 
Önemli olan sevilmekten çok sevmeyi bilmekle güzel. "

Sensiz geçen her günü kaydetmeye devam ediyorum elimde binlerce video ve hepsinde senin ismin gizli. Hala acı çekiyorum nedensiz. Çünkü kış bitse bahar gelecek biliyorum ve ben seni bir bahar günü sevmiştim, sense aynı bahar beni terk etmiştin. Bu alışamamak değil, alışmak istememekten  ve unutmak kavramını unutturacak kadar derin.

Şimdi birlikte hayal kurmak varken, sen bir köşede ben bir köşede hayatı karalayıp duruyoruz sadece. Ama biliyorum bir gün yeniden karşı karşıya geldiğimizde ben seni sevdiğimi söylerken, sen daha derin hissedeceksin kalbimi. Ruhum ruhuna yeniden teslim olacak o gün.

Dünya bir yana sen bir yana, yeniden kavuşacak ellerim sana. Ve hayatımda ilk defa derin bir acıyla senden sonsuz kez özür diliyorum sevgilim.




"Ellerinin ellerimden iyice uzaklaşması ruhuma büyük bir ateş yaymaya devam ederken, hala gelip benimle konuşmanı bekliyorum ancak yoksun hala. Zaman geçtikçe daha çok korkuyorum ve bunu çevreme yansıtmaktan çekinir oldum. Artık ilk başında olduğundan daha çok acı çekiyorum ve uykularımdan korkuyorum. Çünkü seni görebildiğim tek yer orasıyken ben uyanmak istemiyorum. Neden kopamıyorum ? Sadece içimden geçenleri satırlara işliyorum ruhumla birlikte ama sana ulaşamıyorum. Bu kez yıkıldım ve yürüyemiyorum. Her güne ruh çatlatan bir hastalıkla uyanıyor gibiyim, deliriyorum sensiz deliyorum sadece. Ve her gün azalacağı yerde seni daha çok özlüyorum adamım."

Ne zaman derse başlasak ve ben seni görsem yan sıralardan birinde, böyle bir iki cümle karalıyorum. Defterlerim onlarcasıyla dolu. 

Bu aralar beni paranoyaklaştırmaya başlayan şeye, karşı koyamamaya başladım artık. Önce sıcak basmaya başladı aynı zamanda üşüyordum da ikisi arasında gidip gelirken, vücudumun huzursuz bir şekilde hareketini gözlemledim. Aklımda canlanan tek sahne gelip beni sakinleştirmen oldu. Artık ne zaman böyle hissetsem telefonumu kapatır oldum, kimsenin  bana boş yere "yapma bunu" diye çemkirmesini kaldıramıyordum. Anında sinirlerim tepeme çıkıyor ve durduk yere insanları kırmaya başlıyordum. 

Kimseye anlatamıyorum ve sana ulaşamıyorum ki anlatayım. Döngünün içinde kıvranıp duruyorum sadece. En azından rüyalarımda bana yardım etmeni diliyorum.
Bu sabah babamın "Hani senin tütüncü de çalışan arkadaşın vardı. Hala küsmüsünüz? Beni unuttu ne güzeldi hazırladığı şey." diyerek beni uyandırmasıyla başladı. 2 Haftada bir düzenli olarak bana bunu hatırlatmaya devam ediyor. Sevinsem mi üzülsem mi arada kalıyorum. "O artık yok babacım, ben bir şekilde hallederim." derken yüreğim az sızlamıyor değil. Sonra dönüp bana "Sen ne biçim arkadaşsın, yanında durmuyor insanlar hayret bir şey." dediğinde ruhumun en ince duyguları hayal kırıklığıyla doluyor. Babam da bir şekilde kabullenemiyor gidişini, çünkü sen varken ne kadar mutlu bir insan olduğumu biliyor. Belki de annemden daha çok babam yeniden konuşmamızı istiyor.

kar taksim ile ilgili görsel sonucu
Biraz dünden bahsedecek olursak; deli gibi yağan karın, almanca kursunu kesinlikle iptal edemediği bir lanete koştuk. Dizime kadar gelen karlı yolu yarılayıp, azimle Üsküdar'dan Taksim'e geçtim. Oysa ki ayağıma kar değmesinden o kadar çok korkuyordum ki. Senle geçirdiğim her günü, her mevsimi tek başıma yaşamaya başladım. Bir şekilde üstesinden geliyorum. Biliyorum ne kadar çok abarttın yeter artık diyorsunuz ama insan kolay kolay bırakamıyor sonsuz sevgiyle tutunduğu ruhları.

Sonra akşam Erol, Eren ve Büşra ponçiklerime sınav için not hazırlayıp kendimi rahatlatmak için bir sigara yaktım. Oturup video izlemeye başladım. Bir annenin 8.5 aylık bebeğini kaybettikten sonra yaşadıklarını anlattığı bir vlog'a rastladım. Tüm içtenliğimle söylüyorum, belki gerçekten anlayamam ama bir şekilde etkisi altına girdiğim konuşma beni hunharca empati kurmaya itti. Kalbim derinden yaralandı ve içimde sanki hiç yok olmayacak bir boşluk oluştu. Biliyorum ben "o"nun beni terk edişi üzerine perçinledim bu acıyı ruhuma ve aslında evlat acısının yanına yaklaşamaz bile. Ancak öyle bir psikolojiye büründü ki bedenim, acı çeken tüm insanların üzüntülerine son vermek istedim. Bir nefesle içime çekmek kurtarmak istedim herkesi.

yalnızlık tumblr ile ilgili görsel sonucuBende kitaplara sığındım acımı yok etsin, yok edemese bile içine alıp hafifletsin diye. Kendimi çokça geliştirmek istedim ama anladım ki ne kadar çok şey bilirsen aslında o kadar çokta düşünmeye başlamıştım seni. Öğrendiğim her yeni bilgiyi, senle paylaşamamıştım ve saatlerce oturup bunun üzerine sohbet edememiştim. Ruhumu en çok yaralayan şeylerden biri de bu oldu. Zamanında yanımda sevdiğim adam olarak kalmanı bir kenarı koydum ve her şeyden önce arkadaşlığını özledim. Ve her zaman şuna inandım, birbirimizden çaldığımız zamanlar ve hayallerden daha çoktu birbirimize kazandırdığımız şeyler. (en azından benim için)

Ben senin gidişinle dünyanın dipsiz çukuruna çakılıp kaldım. Çıkmaya çalıştıkça ellerini aradım aydınlıklarda. Ben zamanında kendimi sende buldum ve sende kaybettim. Şimdi nasıl unutabilirim seni ve nasıl üzülmem beni bırakıp gidişine.
"İnsan gülüyor, eğleniyor diye sevdiğini unutmuş olamaz, her şey göründüğü kadar gerçek değildir.

Ve ben okulun tatile girmesinden, benden uzaklaşmaya devam edeceğin için çok korkuyorum. "

Bir sabah uyanıyorsunuz ve baş ucunuzda ne bir tebessüm ne de kulağınızda içten "günaydın". Her gece umutlar, hayaller ve senle dolu bir sürü anıya yatıyorum ancak her sabah can yakan gerçeğe yeniden uyanıyorum.

Aylar geçti ben ise hala sevmekten vazgeçemedim.

Sonra dün gece ayrılan tüm sevgililerin üzerine bulutlarca kar yağdı. Bu saf sevgi kirlenmesin diye tüm dünyayı bir anda çektim ciğerlerime, hapsoldu.

Ben seni ne olursa olsun hepsinden daha saf sevdim. Bir gelsen dünyalardan kocaman sarılacağım sana ve her şeyi affettireceğim söz.
Telefonu kapatmanın zamanıydı burnumda sevmediğim halde greyfurt kokusu, genzimde taze mentol tadı. Kimsenin beni anlamadığına kendimi inandırmaya başladığım kafadayım. Kendimi yalnız başıma bırakabilmek için herkesle kavga ettim mesela.

Oysa aylardır en yakınlarıma sadece senin adını anıyorum. Suçlamayın beni kızmayın bana anlatamazsam size, kalbim düşüncelerimi kitliyor. Sabahlara kadar bunlarla kasılıyor bedenim.

Sonra geceler boyu duygular bizi nasıl ağlatır diye araştırdım. Toplamında psikolojik ve fizyolojik olayların gerçeklerini analizledim. İnsan aşık olduğunda, gerçekten kalbiyle sever çünkü aynı ritimde atmaya başlar kalpler. İki ayrı ruh bir olur; terk edildiğinde de kalbini kıran şey ritmin kaybolmaya başlamasıdır. Gün geçtikçe uzaklaşmaya devam ederken kalbin paramparça olur. Bunu beyine iletir, beyin sinir uçlarına acının görünmez halini iletir. Gözler uyarılır, zihin bu acıya ters oyun oynar ve bir kaç anı düşer, gözler yaşlarla dolar.

Sanki yeniden o geçmiş anı gibi; mutfakta kahve yaparken dans eder ve gülerek sana gelip sarılır anında artık yalnızsın. Çünkü artık sadece biz ve kalbimiz baş başa kalmışız. Kalbinizi yerine koyamıyorsunuz dimi? Çünkü yer aslında sevdiğinin kalbiyle dolu hala.

Bu yüzdendir ki ruhumun yarısı boşluk, benden çok uzaklarda. Onu hala nasıl bu kadar çok seviyorum mesela? Ruhunda, bir güzellik var ki kalbine yansımış tutuldum. Dünyaları verseler, yanımda o olmadan ne edeyum ben dünyalaru...

Bugün günlerden kendime bakıp neden ağlarım ? Büyük bir sıkıntının altına girmiş gibi tüm gün evde yattığım halde gelen halsizlik, iki çıldırma konuşması ve şu saatlerde bedenimin kasıntısı haricinde ruhum rahat. Acaip derecede tribe girip insanlara sardım (küçük akıl oyunları ile psikloji analizi) ve şarkı dinleyip beni nerelere götüreceğini hayal ettim.
"Lost on you", lanetlenmiş gibbiydim. Eylül'e döndü tüm görüntüler ve ölmekten beter etti beni. Çünkü ardından "I wanna be yours" başladı ve beni Mayıs 2016 ya götürdü.

Haykırıyordum işte "Aşığım ben sana hala işte, sen neden benden uzaksın" Ruhum kabul etmedi başta gidişini, sonra kollarım kollarını aramaya başladı bedenim bedenini. Sonra ruhuma hapsettiğim aşkınla konuşmaya başladım. Her şeyden önce ruhum, bir evrene bedel olan ağırlığı kaldıramamıştı. Sonra gözlerim ayna oldu ruhuma, bir çok kez ölüm yazdı kirpiklerinde.

Ve aylardır kulaklarım hala, onun için yaptığım müzik listesini işitmeye korkuyorken sonra aklıma benim dışımda herkes ile konuştuğu geliyor, beni hayatımda en çok yıkan ağırlığın temelini oluşturuyor. Sanki değersiz bir ilişkinin kocaman kavgalar ile bitmiş davası kadar yüzüne bakılmayacak gibi hissettiriyor insan kendini.

Sadece böyle düşününce kendime kızıyorum. İnsanların gelip bana, adamın umurunda bile değilsin cansın diyeceklerini duyacak kadar kırdım onu nefret ettirdim kendimden. Belki yanına gelirsem ve kalbimin atışını yeniden hissedebilirsen kırılacak her şey.

Çünkü 5 yıl sonra bile hala seni yazdığımda kitaplara lütfen yanında başkası olmasın, belki öyle günlerden birinde beni yeniden affedersin mantığında, kalbinde ve ruhunda. Evrenden istediğim tek şey bu.

Birde keşke terk edilen kişiye ağlamaya başlamadan tren çarpsa" ruhu acı çekmez en azından. Oysa anlatacağım o kadar çok şey var ki sana...
Hasretinle yandı gönlüm ve karanlıklar içinde bir yol buldu, ruhlarına hitap etmeyi bilen bir kaç kişi ile doldu. Hepsi de aşkın derinliğini bir şekilde yakalamış, üstü kapalı bir şekilde yansıtmaya çalışırken koşuyorlardı. Ve Halil abi de bizileri anlatıyordu;

"Kalbi aşk geçirmez yarası zırhlıdır
Gülüşünde bir şey var hep içime dokunur.
Bir derdi var her halinden belli
Anlatmıyor, anlatsa kurtulur.

Kafası kendinden bile güzel bu gece
İçmiş içmiş sevemez.
Ruhumu yakan bir şeyler var içimde 
Öyle bakmayın kırılırım."

Kalplerimiz aynıydı ve her biri birbirinden farklı insanları birbirinden farklı şekillerde sevmişlerdi. Sevilenler, unutmuştu sevenleri ve nasıl sevebildiklerini. Hepimizin ruhu aynı yolda acıyordu, kaçışları farklıydı sadece. Tek ortakları olmuştu sanat ve onları hiç yalnız bırakmayan sigaraları. 

İşte bizde böyle;
"Dünya döner tek bir yana doğsun diye gün bir daha, bende döndüm bir daha sana sönmek için yana yana..."



Bu gece annemi özlüyorum, oysa arasa şimdi bir kere bile "seni çok özledim canımın en içi" diyemem bile.

Bu gece kendimi sevilmeye değer hissetmiyorum kimseler tarafından ve zaten değersizim, değer verdiğimin gözünde.

Bu gece göğsümde kocaman bir uyuşukluk var. Sanki beni hayatta tutan hiç bir şey kalmamış gibi.

Ve bu gece dayanamıyorum artık, böyle yaşamaya...

Lütfen artık sevmiyim seni çık kalbimden, canımı çok acıtıyorsun. Sanki kocaman camdan yapılmış bir ev var içimde ve parçalanmış en derin hücrelerime bile batıyor.

Yıllar yılı üzerimden atamadığım "kimse bir daha beni böyle üzemez" dediğim yaram, ailemden bile daha çok sevdiğim insanın beni görmemezlikten geldiği her gün açılmaya devam ediyor.

İki adım atsam yıkılıyorum, böyle gecelerde. Sanki kimsem yokmuş gibi. Ve ben her zaman biliyorum, ruhumu kanatan insanların beni asla sevmediklerini. Bazen oluyor işte insanlara inanmak istiyor kalbim sevmiştir diyorum.

Başımda kocaman bir ağırlık yine, hoşça kal gençliğim ve "asla kaybetme" derken benden çalıp götürdüğün, çocuk ruhum hoşça kal...


"Bir gül kadar güzel ol; ama dikeni kadar zalim olma. Birine öyle bir söz söyle ki; ya yaşat ya öldür; ama asla yaralı bırakma."
 Derken bile Şems yaralanarak ölenlerden yana kimin sözleri yeniden doğurur bir ruhu. Ve sessizliğin içinde;

"Sükutun da bir sesi vardır... Onu duyacak yürek lazım."

Diyerek tamamlar sözlerini. Şimdi ölmek bir pişmanlık mı? Hem zaten ayrılıkta intihara bedel ama pişmanlıktan çok uzak. Acıların en ağırıdır seni her zaman bende tutan ve vazgeçemem. 

"Hüzün ki en çok yakışandır aşıklara. Yandık, yakıldık; ama hüzünden yana asla yakınmadık. Hüzün taze tutar aşk yarasını. Yaramdan da hoşum, yarimden de."

Beni ben yapacak, senin açtığın yaraysa çekmeye de razı olur yüreğim. Her defasında gidişlerinin, dönüşü olmamasına da. Yeter ki terk etmeyi arzulayabilmiş yüreğin, arada bir özlemeyi de arzulasın. Yeter ki başkalarının kurabildiği bu dünya da senle mutlu olamasak da kendi yarattığımız dünyalarda birbirimizden hiç ayrılmayalım. 

Ve bir kez aşık oluyorsa ruhlar, seninle geçirdiğim hiç bir zaman beni pişmanlığa sürükleyemez. Tek keşkem olur; bu zamanlarda, buralarda bir yerde değil de beni asla bırakmayacağın, sevmekten vazgeçmeyeceğin bir yerde ve zamanda tanısaydım seni... 
mr nobody tumblr ile ilgili görsel sonucu


Belki de ruhların bedenlerden önce daha çok sevildiği bir gün, ruhuna aşık olduğum sende yeniden benim ruhumu seversin. Çünkü ben bu sensizlik içindeki büyük sessizlikte; konuşmanın aydınlığını sükut içinde ve sessizliği ışığın, kelimelerle aydınlattığını gördüm.  




"Ve bilesin üstüne aşk giydirdiğim bu yüreğe ben söz verdim. Hiç bir harfi sensiz bir cümleye kurban etmedim."



tek başına ile ilgili görsel sonucu

"Geceleri uykumda yürürüm rüyalarımı gerçek kılabilmek için"

Akarsuyun ritmine kapılmış giderken hayatlar, dağın tepesine ulaştığınızda duraksamadan kendinizi aşağıya bırakabilir misiniz ? Ve bir kayaya çarptığında ruhunuz yaralarınızı sarmadan yola devam edebilir misiniz?

Çoğu zaman anı yaşamaktansa, bir sonraki adımın bizi nereye götüreceğini düşünerek ilerleriz hayatta. Doğru olanın hangisi olduğuna bir kesinlik getirebilmiş değil hayallerim hala. 

Su ısınırken, bir bardak kahve çıkartırsınız kendinize ancak kalan suyun yeniden ve defalarca kaynamasına neden olur duran zamanınız. Nedendir ki akan giden zamanı hüzünlerle anarak durdurmak. Nerede kaldı içimizde yaşattığımız, anın getirdiği mutluluklarla gülen gözlerimiz. Ve nerede kaldı eskimeye yüz tutmuş hayal kumbaralarımız. 

Geçenlerde elimde, üniversite 1. sınıfın ikinci yarısından kalma mutlu bir fotoğraf. Eskiden nasıl bir insandım gösteriyorum sevdiklerime ve hepsinin ağzında tek bir cümle "Ne kadar da genç ve parlak bir enerji bu." Şimdi durup düşünüyorum, zaman mı beni çökmeye iten yoksa zamanın akışında önüme çıkan kayalarla fazlasıyla mücadele etmem mi ? Yine de hayatımda bir şeyler eksik ve yerini bir türlü dolduramıyor ruhum, belki tek başına yetmiyor belki de yettiği kadar yetinmiyor. Bu düşüncelerimin üstüne babam her zaman şunu söylüyor "çok yönlü ve farklı olduğun kadar da olağanın dışında değilsin." 

Kendimiz olmaktan korkuyoruz çoğu zaman en azından ben, anlaşılmamaktan çok korkuyorum ve sözcükleri güzel seçtiğimi iddia eden insanların tersine asıl sözcüklerin, seçtiği kişinin ben olduğunu biliyorum. Bundandır ki en çok konuşmayı, içimi dökmeyi dilediğim insanın karşısında en çok susan oluyorum. 

Bir zamanlar sessizliğin de bir anlaşma biçimi olduğunu düşünürken, bizi en derin karanlığa itenin de sessizlik olduğundan bir haberdim. Böylelikle hayatta karşıma çıkan en özel insanı kaybettim. Biraz da aşkın mantığı sıfırlamasından olsa gerek; gözlerim, kulaklarım ve dudaklarım sessizliğin sükunetinde korkuyla hayrete düştüler.

Şimdi ise tamamen büyük ve dipsiz bir sessizliğin içine gömüldüm. Bir gün kendime "iyi olacağım ve onu unutacağım" derken, ertesi gün ise kafamı içki şişeleri, dolu dolu kül tablalarından kaldıramaz oluyorum. Bu haldeyken konuşsam kim duyar ki sesimi. Garip bir şekilde halimden de şikayetçi değilim, sonuçta bir daha beni sevilmeye layık bir insan olarak bile görmeyen bir adama aşık oldum. 

Suç benimdi ve ben kaybettim, bu kocaman yükle tek başıma sonsuza kadar yaşayacağım söz veriyorum...