Doğmak, büyümek, alışmak, öğrenmek ve sevmek... 




Seçimlerimiz midir doğru olan? Yoksa zaten doğrular seçilmiş midir?

Kim ister ki bildiği sonu yazmak, tekrar tekrar ve tekrar...
Hayat bir romansa, zaten karakterleri belli değil mi? Sadece bizi seçmeye iten tecrübelerimiz.

"Şimdi gelecekteki ailem neler yapıyor?" eminim ki onlarda seni merak ediyor... Böylelikle evren ruhla bir bütün oluşturuyor. Yeni şehirler, yeni insanlar, yeni hayatlar bizi bekliyor. Peki bunu dayanılmaz yapan nedir?

Wladyslaw Szpilman der ki "Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat" 

Acılar, özlemler ve sevinçler zamana bırakıyor kendini. Sanki ruhtan ve fiziksellikten çok uzaklarmış gibi. Gün bir anda doğmayı bırakıyor, saatler gecelerde takılı kalıyor. Çünkü ezilmiş olan bizler yaşamı askıya alıyoruz.

Beynin tüm kıvrımları, kendini duygulara teslim ediyor. Şimdi neredeyiz?

Akrep, yelkovanı kovalarken zaman gözümüzün önünde akıp gidiyor. Umutları bir kenara itiyor karanlık. Kendi kendine konuşuyor zihinler, "1 sn önceki ben, 1 saat sonra ki benden ayrılıyor" 

Özgürleşmek için teker teker "elveda" ediyor düşlerimiz. Aslında yeniden doğuyor bedenimiz.


Bir kaç senaryo ve biz. Varolmanın tüm dayanılmazlığı bu esarette saklı...

Yine ruhumuzun karanlığa teslim olduğu saatlerde, düştüğümüz yerde sancılar içindeyiz. Kalkamayacak kadar bitkin, gözlerimizi kapatıp sonsuzluğa uzanamayacak kadar da ayığız.

Ölümden uzak düşüncelerde, sıkışmış kalmış hayallerde oradan oraya savrulup gidiyoruz. Peki bunun çıkar yolu hangisi?
Çünkü  zaten kaçamıyorsak, gerçeği de bir o kadar bulamıyoruz içimizde. Kovalanıyorsak, sığınamıyoruz limanlara... 

Kuşlarda uçuyor benliğimizden, herkes, her şey birer birer terk ediyor ruhumuzu. Işıklar içinde bir yıkıntı buluyoruz. Tüm umutlar çöpe atılıyor...

Ne ruhun özgürleşiyor bu yolda ne de bedenin zaten Kafka da der ki;

"Ruh, bir dayanak olmaktan çıkınca özgürleşir ancak."

"Dünyanın acılarından uzakta kalmakta özgürsün, doğanın seçimine bağlıdır bu, nedir, kaçabileceğin tek acı da bu kendini uzaklaştırmadır."
"Kuş bile fotoğraf makinemin üzerine s*çmışken neyleyim ben böyle hayatı"

Büyük bir cahil cesaretiyle, (iett'nin bedeve olduğunu bile bile) arabayla Beşiktaş'a geçtik. Hayatımıza tamamen bir atraksiyon katmak için yapmıştık. Ne kadar tembel olursanız olun, toplu taşımanın konforsuz hızından asla vazgeçmeyin.

Evet efenim, bugün tamamen klasik bir çekim için çıktık. Çok kısa süren bu macerasız ve güzel gün bizi çok sevimli bir dostumuzla tanıştırdı.
-Yoldan geçen, rahatsız edici insanlar yüzünden bir dünya masumiyet dolu gözlerini çok net alamadığımdan çok üzgünüm.-


Bunun dışında gün ışığının tam tepemizde olması talihsizliğini, bir avantaja dönüştüremedik. Yeterli profesyonellik olmadığından ve ekipman eksikliğinden bendeniz mutsuz bir çekim günü geçirdim. (onun dışında fazlasıyla eğlendiğimi söyleyebilirim). 

Bu yüzden;                                                                                               Kendimce fotoğraf çekmek için ideal saatler oluşturdum. -Sizde belirli saatlerde çıkıp en verim aldığınız anları not edebilirsiniz.- Benim için bu saatler, öğlen olmadan hemen önce ve tabi ki güneş batarken. Çünkü bana göre, gölgeleme yaparken ve ışığı kullanırken en rahat olan saatler. Bu saatlerde ışığın hangi yoğunlukta geldiğini hesaplamak kolaylaşıyor. Zaten artiz olacağız ya... Gün batımı fotoğraflamayan bizden değildir. En az bir kere güneş batırılır ve doğması beklenir şu fotoğraflarda. (Nasılsa bulutlar her haliyle çok pamuk gibi)

Konudan çok sapmayalım, bugün maalesef ideal bir saatte çekim yapamadım işte. Ortaya çıkan bir kaç parça hikaye ve sizlerin güzel gözleri yorumlar ancak içindeki duyguları.

      

Geri kalan bütün fotoğraflar için ise; Blog sayfamda da paylaştğım "eyeem" sitesine üye olup, takip edebilirsiniz. Dünyanın her yerinden fotoğrafçıları inceleyebilirsiniz.

Hepsinden öte üzerinize yapışan tembellik ve mutsuzluktan kurtulabileceğiniz yerleri tercih edin. Başlarda değişik fikirler için arkadaşlarınızı da peşinizde sürükleyin. Zaten ileri de bisikletinize atlayıp, kulaklığınızı takıp hikaye kovalayacaksınız. Ve ne kadar olduğunuz yere yığılmış olsanız da ayağa kalkıp yürümekte sizin elinizde. Yüzünüz değil belki ama kalbiniz daima gülsün...

                               

Sabah erkenden kalkamayan, öğlenin iğrenç sıcaklarına kadar uyuyan insanlara kızmamalıyız. Çünkü bunu yapmak için bir çok nedene siz de sahip olabilirsiniz. Bende saçma sapan bir çok nedene sahibim !

Bunlardan en komiğini "tatlı tembelliğim" olarak ilan ediyorum. Zaten evden dışarı tek bir adım bile atmak istemediğime geceden karar veriyorum. Temmuzun bu yakıcı sıcağında sabahtan akşama kadar sırtımdan sular akarken dolaşmaktansa, bu olayı evde yaşamayı tercih ediyorum. (Haliyle uyuyor insan napsın netsin?) Bana katılan çok fazla ses duyuyorum şuan.

En sevimsiz nedenime geçersek, geceleri camın kenarında sigaramı yakıp müzik dinlerken vakit geçirmeyi seviyorum. Çünkü geceler bazen insana daha çok acı vermez mi? Sonuçta gün ışığının saflığına teslim olmuşken, ağlamak bile gelmez insanın aklına. Bende geceleri daha fazla acı çektiğimi düşündüğüm için, sabahları bir an önce bitirip karanlıkla yüzleşmeye çalışıyorum. Yıldızların bile seçilemediği gökyüzüne kafa tutuyorum.

Peki bu terapinin sonundaki amacım ne?
2 ay önce bende anlamını kaybetmiş her şeyi, inat ile canlandırmaya çalışmak. "Bir insan bu kadar mı hayattan kopar" demeyin, çok takıntılı biriyseniz ve insanlara bağlanmak adına ısrarlıysanız oluyor.


Ancak 20 yıllık hayatımın şu döneminde fark ettiğim şey, dışarı pozitif olduğunuz kadar içinize olamıyorsanız çevrenizde sizden enerji alamıyordur.

Aslında bende herkes gibi "Ya kızım bu kadar pozitif olmak zorunda mısın?" sözünü neredeyse iki günde bir duyuyorum, buna rağmen hala içimdeki küçük kızı güldüremedim. (Nalet olsun bu hayat, nalet olsun bu sevgi...)


 Aslında çok garip değil mi? Herkesi güldürüp eğlendirebilirken, kendi içinizde bin bir türlü fırtınanın kopması. Çünkü kendimiz için bir aydınlanma yaşayamıyoruz. İşte biz bu yüzden geceleri tercih ediyoruz. Korkularımızdan arınmak ve benliğimizi yakalayabilmek için. Sonuçta insan çoğu zaman ışıklar söndüğünde kendi ile baş başa kalıyor. 
Sonuç olarak sizde hayatınızı tatlı bir karamel kıvamında yaşarken, azalmaya başladığını hissederseniz, durun. Çünkü kalbinizden uzaklaşan her duygu, beyninizi sonsuz bir boşluğa sürüklemeye başlar. Korkuların üzerine gitmekten ve kendinizi dinlemekten asla kaçmayın. Güzel bir film, hikaye ve ya şarkı bile olsa hayal gücünüzü derinleştirmeye bakın. Ve iki ucu b*klu değneğinizin ortasından tutmayı asla unutmayın...
Bir kaç hafta önce ki tatilimde, aslında hep aynı yerlere gittiğimiz için ve hava fazlasıyla bozduğundan olacak ki fotoğraf makinemi yanıma almamıştım. İçeriden gür bir ses hırsla "Hadi gezmeye çıkıyoruz o zaman" dedi. Başımdan aşağı dünyanın tüm suları bir anda boşaldı tabi ki. Sen tut tembelliğin sınırını aşarken o güzel manzaraları fotoğraflayama.



Ehem neyse, o günden beridir (hatta rüyalarımda bile bazen sarılırken görüyorum) makinemi yanımdan ayırmıyorum. İşte bugün de o ayrı kalamadığımız günlerden biriydi. Saat neredeyse 17.00 olmuş iken, çocukluk arkadaşımla birlikte Kadıköy'e indik. Önce motivasyonumuzu alabilmek için Liberta'ya oturduk.Her zaman gittiğimiz yerdi zaten ne motivasyonu bekliyorsam. -Zıkkımlanıyor bunlar abi koş koş.-

Çıktık Rıhtımın kalabalık sokaklarından, Modanın ara sokaklarına uzanan kısa bir yolculuk yaptık. Önüme ne kadar kedi çıktıysa severken çekmeye çalıştım onları. -Ne yazık ki çok hastaydılar :(- Size önerim, kedileri çekerken önce bir gidip güzelce sevin, hepsi size birden şebeklik yapmaya başlayacaktır.

Huysuzun gözlerindeki sinirli bakış sadece 2 saniye sürdü. Kendini ordan oraya atarken, fotoğraf çekmem için bana fazlasıyla zaman kazandırmıştı. Ancak elimde sadece bu fotoğraf kaldı :( Sürekli hareket halinde olan şeyleri çekmek daha kolay, çünkü bir dinamiği var. Bence denemeniz için değerler.


Tabi güzel Kadıköy'ümüzün, entel sokaklarının dantel sokak yazılarını asla unutamayız. "Moda'ya gidelim de bir denizin önünde çek bizi yavrum" diyen teyzeler gibi sahile koşturmayın hemen. En güzel hikayeler, zamansız ve orantılı güzellikten uzak yerlerde gerçekleşir bana göre. Mesela aklınıza hiç bir şey gelmiyorsa bile yanınıza arkadaşınızı alıp duvara dayayın, bırakın o gülsün siz çekin.

Fotoğraf üzerinde oynamaktan korkmayın. Özellikle bütün açılardan çekmeye çalışın, böylelikle gözünüz doğanın altın oranını bir şekilde yakalayacaktır. İnsanların bakışlarını da (puf bunu ben derken bile umursuyorum aslında) umursamayın. Hatta insanları fotoğraflara bir karakter gibi oturtmaya çalışın. Benim yandaki turuncu insanlarım gibi :D

Son olarak evden hangi ruh hali ile çıktığınızın hiç bir önemi yok. Sadece kendizi "fotoğraf çekicem ben öhem, vakit geçer" şeklinde şartlamayın. Fotoğraf çekmeyi gerçekten istediğiniz anda fırlayın. Üzgünseniz, hikayeleriniz daha duygusal şekillenir; mutluysanız daha ışıltılı şekillenir.

Kalbinizdeki bütün duyguları fotoğraflarla şekillendirmeniz dileğiyle;

İçinizdeki çocuğu gülümsetmeyi de unutmayın...






Bir günü bir gününe uymayan insanlardansanız ve aşırı tembelseniz, sizi harekete geçirecek uğraşlara yönelmelisiniz. -Tabi bunun sizi harekete geçirmesi belki mümkündür, belki de değil-  Yapacağınız işi ne kadar seveceğinize bağlı olarak değişeceğine inanıyorum. (ben hala k*çımı koltuktan zorla kaldıranlardanım)

İşte ben de sizler gibi tembel olduğum için, (sürekli dolaşmama neden olan) fotoğrafçılığı seçtim. Bu dünyaya gelmiş en tezat insanlardan biriyim kabul.

Dedim ki "Madem saçma sapan yazılar yazmayı seviyorsun dostum, neden ikisini birleştirmeyesin." Bunun üzerine küçük sayfalar oluşturmaya karar verdim. Çünkü hayatta inanmaya ihtiyaç duyduğum şeylerden biri de, hepimizin birbirinin hayatına bir şeyler katmak için var olmamızdı. -Hatta geçen bununla ilgili çok güzel bir yazı okudum, ilerleyen günlerde sizlerle de paylaşacağım- Kısacası bir insan sizin hayatınıza olur olmaz bir zamanda girmiş olsa bile, inanın size katacağı iyi veya kötü her şey kendinizi geliştirmeniz için büyük bir fırsattır. Tabi aynı şeyi sizde ona yaşatacaksınız. (sadece bireyler bunun bazen farkına varamıyor) Umarım bende şans eseri okumuş veya bir şekilde okumak için inat etmiş olan herkese bir şeyler katabilirim.

Efendim neyse! Çok uzattın kıvırcık devam et...

İlk defa fotoğraf çekmeye;

                

Bu iki fotoğrafı çekerek üniversite 1. sınıfta başladım. Çok başarılı olduğumu söyleyemem ama unutmayın bazen kendinizi iyi hissettirecek şeyleri yapmış olmak bile büyük bir başarı örneğidir. Fotoğraf çekerek, hikaye yaratma olayı vardır. Gelişigüzel çekilmiş olan fotoğraflar bile, farklı bakış açılarıyla incelendiğinde içinde birden fazla hikaye barındırır. Bu yüzden yoğunlaşacağınız alanı belirleyebilmek için, belki de yıllarca (benim daha çok başında olduğum gibi) binlerce hikaye türetmeliyiz. Tabi bu olay biz tembeller için çok yorgunluk verici. (Ama pes etmek yok kuzusu!) Bu sayede ilgi alanı belirleyebilmek de kolaylaşacaktır. Ben de yavaş yavaş da olsa, doğanın dinamik portresine aşık olmaya başladığım için; doğa ve şehir fotoğraflarında yoğunlaşmaya çalışacağım. Ancak bunun dışında ekstra değişik kategorilerden de kaçmayın. (ilerleyen zamanlarda bende dahil olmak üzere hepimiz gelişeceğiz buna inanın)

Fotoğrafçılık ile ilgili söylemek istediğim son sözler ise; kendinize bir ilham kaynağı belirleyin. Ben bunu nasıl yaptım diye soracak olursanız, psikoloğumun ve bir kaç arkadaşımın desteği ile oldu. "Sen acı çekmeyi seven bir ruha sahipsin, hayal gücüne bu kadar hapsolmuş insanların acıyı güzelliğe dönüştürme eğilimi, sanattan geçer. Sende bunu yapmalısın" sözlerine kulak asarak. Çöküşte olduğum dönemler de bıraktığım yazı yazma ve fotoğraf çekme tutkuma geri döndüm. Sizde kalbinizi ve ruhunuzun sıkışmış hayallerine kulak verin. Hayatınızdaki yardımcı oyuncuların size kattıklarına inanın.

Şimdi alın Fotoğraf makinenizi ve dışarı çıkıp koşturun !



 Bu da benden size son zamanlarda çektiğim (Tam bir Şekifasyon) komedim... Küçük ve şirin bir kediniz varsa sizde benim gibi evde otururken onu şebek yaparak çalışabilirsiniz.
Evet kahvenizi koyup, laptopu kucağınıza aldığınız o saatlere gelmeye başladık. Ne yapsam, "hmm kendimi mi geliştirsem yoksa oyun oynayarak kafa mı dağıtsam, vs ?" Aslında yapılacak bir çok şey var en iyi bir blog oluşturup içinizi dökmeye başlayın. Nasıl olduysa bir şekilde ben de aynı şeyi yapıyorum. Peki, birileri okuyor mu, okumuyor mu? Bu soruyu sormadan sadece yazın, sonuçta okuyan varsa "okuyan kişiye" yoksa bile bence "kendinize" büyük bir yarar sağlayacaktır. Peki bu işi neden başınıza sardınız? Belki büyük bir aşk acısıydı, sinirlendiğiniz patronunuz ya da okulda gıcık olduğunuz kişilere karşı hislerinizi dökmek. Tabi ki bilimsel yazılar da olabilir ama ben bu kategoriye girmiyorum orası kesin (bir kimya öğrencisi olarak bundan utanmalıyım). Hayır utanmayın çünkü bu normal yaşamdan bir kaçış sadece. Biliyorum normalde hepimizin zaman zaman yaşadığı o müthiş iğrenç bazense neşe dolu duygulara tercüman olmaya çalışıyorum bende. Ehem neyse nereden nereye a dostlar!

İnsanlığın umutlarının solmasından bu yana 2 ay geçti belki de 2 buçuk (evet bu benim hayatımdı). İlk yazım gibi mutluluk dolu şeyler yazamadığım için sizden özür diliyorum. Ancak şunu dinleyin dostlar yalnız değilsiniz; siz mutsuzken sizin gibi mutsuz olan, aynı zamanda mutluyken duygularınıza ortak olan ve birbirini daha tanımayan binlerce insan var. BEN DE buradayım be işte!
Kafiyeli ve süslü sözleri bırakalım artık. Kendimiz olma zamanı çoktan gelmiş. Hala kendine gelememiş bir insan olarak size maddeler sıralayacağım;

  1. "Ulan çık şu evden k*çın kanepeye yapıştı!" diyen insanlara önce bir kulağınızı kapatın. Bu sizin kararınız, evde de insan gayet mutlu olmak için çabalayabilir. Çabalamadı...
  2. Mutsuz olacağınız saatleri belirleyin arkadaşlarım, genelde hava kararınca insan müthiş mutsuz oluyor. 18 yaşından büyüksen yak sigaranı, tak kulaklığını dal uzaklara. Sonra yat uyu ama...
  3. Dışarı çıkacağın zaman bakkala çıkmışsın gibi ol, paçoz dan farkın olmasın. Neden çünkü biz mutsuzuz herkes bilsin ve uzak dursun!
  4. Tüm gün televizyonda sabah kuşağına kitlen; bulaşıklar biriksin, evi b*k götürsün falan boşverrrr kime ne ?
  5. Şu lanet yaz sıcaklarının bittiğini, depresyon hırkana sümüklerini akıta akıta ağlayacağın o şubat ayını hayal et.  
Şimdi bana kızdınız biliyorum bu nasıl şeydir diye. Nedenini siz zamanı gelince anlayacaksınız. Çünkü her mutsuzluğun sonunda bir sıkılma hali gelir. "Yeter leeeynn ben ne yapıyorum" diye çığırırsınız evde. Çık gez kardeşim, arkadaşlarınla yeniden iletişime geç. Aileni ziyaret et mesela çok iyi gelir (kısa tut kısa şişmanlatır bunlar insanı her açıdan). Sonra bakmışsınız güneş doğmaya başlamış gözlerinizin önünde. Aman ha sakın korkmayın çünkü büyük bir olasılıkla bir kaç gün içinde eski halinizi özleyecek beyniniz, hormonlarınız mutsuz olmak için elinden geleni yapacak. Buna izin vermeyin, tabi olmuyorsa da zorlamayın.

Geçecek geçecek bir şekilde, biz cam kırıkları üzerinde dans eden insanlar batan camları çıkarmayı iyi biliriz...