Bu aralara iç huzurumu sağlayabilmek için resimler karalamaya başladım. Tabi ki her zaman olduğu gibi yetenek olduğunu düşünmüyorum..




-Jean-Paul Sartre-


Yazılarımı dergilere göndermekten, az kaldı pes etmek üzereyim. Ve bu aralar krizlerimi çok yoğun yaşadığım için, arkadaşlarıma sığınıyorum. Sığınırken, kaybediyorum bazen ama bekleyin beni yeniden döneceğim diyorum. Her sabah laboratuvar olduğu için erken vakitlerde uyanıyorum, zaten pek uyuduğum da söylenemez..

Sakinleştiricilere düşmek istemiyorum yeniden, antidepresanlar...

Neden düzelemiyorum, nasıl bir ayrılıkmış bu diyorum kendi kendime. Her gün ruhumda yeni bir acı keşfetmeye devam ediyorum. Yağmurların bazen seni bana geri getirmesini umarak koyuyorum kafamı yastığa ancak hüsranla uyanıyorum.

Şiirlere tutuldum bugünlerde, Erol ile vapura bindik geçenlerde mesela. Şiirler okuduk martı sesleri ve hafif esintiler eşliğinde.

Ve hala büyük bir boşluk yokluğun, başka insanlarla gülüyor olman canımı yakıyor. Mutlu olmana sevindiğim kadar, seninle yeniden gülemediğim için üzülüyorum. Aşktan yana, senden yana bir beklentim kalmadı zaten, sadece kısa kısa umutlar içimde olmayacağını bildiğim ancak beni ayakta tutan.

Bir sürü defter aldım, bir sürü yazı, hikaye, çizim hepsi sen.. Tek bildiğim eski sen oldukları artık. Vazgeçemediğim..

Sezen ablaya takıldım bir de yeni albümünden bir kaç parça beni benden aldı..

Acıyı seninle tanıdım, sensiz yeneceğim olsun. Bir daha kimseyi böyle sevemem ama yeniden terk edileceğimi de biliyorum. İlişkiler bana göre değil, kendimi odama kapatıp saatlerce sanat, edebiyat duvarlar boyu yazı seansları. Tek istediğim bir an önce bitsin şu okul ve kazanabildiğim şeylerle, insanlara güzel şeyler katayım başka bir şey değil derdim.

Kısa bir şiir ile;

"En güzel kelimelerden
cümlelerden kurdum
sayfalar dolusu yazılar yazdım
sana dair!
ama
Yetmedi yetmedin yetiremedim!

Hani nasıl desem?
uzun bir aşk öyküsü anlatımı tadında
kısa bir şiirdin sen,
bitmedi..."

Karşılıksız da olsa hala onu çok sevdiğimi biliyorum. Çevremde bana değer veren kim varsa "Sevilmediğin halde, neden kendine bu işkenceyi çektiriyorsun hala" sorusunu kendimi dinleyerek buldum;


"Sevgi" evrensel bir kelime olmakla beraber fazlasıyla öznel de bir kavram. Ben aylardır kendimi dinleyerek gerçeğe ulaştığımı biliyorum. Çok acı çektiğimi ve sonuçlarına da katlanmak zorunda olduğumun gayet tabi farkındayım. Ancak kendimi bulduğum insanı, birincisi unutmak kalbime büyük bir haksızlık olacaktır. Çektiğim tüm sıkıntıların boşa gideceği korkusu da değil bu kalbe yapılan haksızlık. Çokça sevdiğim bir abimin de bana zamanında dediği gibi "Herkes sevilir birileri tarafından önemli olan gerçekten sevmeyi bilmektir. En büyük armağandır sevmek birini." Bende bu felsefeden yola çıkarak, kalbimi tamamen açtım kendime. Farkına vardığım şeyse;

Akademik başarım bu dönem çok yüksek olmadığı halde geçtiğim her dersin sevincini yarım yaşadım başta. Anlatacak ve sevincimi paylaşacak insan artık yanımda değildi sonuçta. Yarım kalan yanımı, hayal gücümle tamamlamaya karar verdim bu şekilde. Çoğu kez rüyalarımda paylaştım sevincimi, sonra durup dururken kendi kendime konuşurken buldum kendimi. Önemli olan da buydu zaten, ben onu çok seviyordum ve onun beni sevmesinin hiç bir önemi yoktu o anda.

Sonuç olarak çok acıdır ki sevdiğin insanın tenine uzak kalmak hele ki görsel hafızası canavar gibi çalışan bizlere ve dokunamamak yorar kalbi, hissedememek. Ancak öyle bir ruhu var ki güzel adamın; uzaktan sevmek bile çok özel, güzel. Acısa da kanasa da hepsi içimde çok derinde. İyi ki zamanında beni benden daha çok sevdi ve bana beni verdi. Gün gelir belki baharın en güzel gününde boş bir bankta yeniden kesişir yollarımız, ve o zamana kadar yaşadığı her şeyi saatlerce dinleyebilmek kalır bana da.
Gelecekten sesleniyorum;

Küçücük diye adlandırılan üzüntüleri  büyük acılara dönüştürmeye gençken başlamıştım. Bu da haliyle ruhumu erkenden yaşlandırdı ve ben size gelecekten sesleniyorum.

Arkadaşlıklarım da eskisinden daha iyi artık kimsenin beni yıpratmasına izin vermiyorum. Gelene "merhaba" gidene "eyvallah" diyorum. Tabi değerli olanlar içinde yıkılmamış ruhum kadar "gitme" diyebiliyorum yine.

Sonra acıların kapısı aralanmaya yaklaşınca anlıyorum ki, bu acılar insanın yattığı yatağı bile yabancı kılmaya başlıyor zihinde. Kafalar bir kenara çekiliyor güzelce, algılar son ses açılıyor ve zaman kısalmaya başlıyor birden. Sarılan bir sigara ve içilen zaman 15 dk iken saatler sürüyormuş hissi yaratıyor. Ruh eğlenceye dalıyor uzaklarda.

Bu geceye geri dönüyorum, bir şey var bu gece içimi kemirip duran ve kalbi derinden ezen. Sanki benden uzaklarda ama bir  kadar da bana yakın gerçekleşiyor hayaller. Ruhumun bağı kopuyormuş gibi bir his, aklımı mı kaçırıyorum yoksa ciğerlerimin beni ele vermesi üzerine ölümü bileklerimden ruhuma kadar hissediyorum.

Bu gece uyursam ölecekmişim gibi gözlerimi kapamaktan çok korkuyorum. Korkuyorum ben ve sen yine göremiyorsun, yine de "neden" diye sormak istemiyorum artık. Ruhumu kaybediyorum ve önce bedenime çöküyor karanlık. Hastalığı düşünüyorum, ölümcül olabilmesi gözlerimin içine bir parıltı bırakıyor. Sonuçta bu benim ruhum ve yanlış olan hiç bir şey yoktu ortada. Şimdi alabildiğim nefesler için seviniyorum, alamadıklarım için üzüleceğim zamana girmeden önce.

Doktora yeniden gitmeye de çok korkuyorum, dört duvar arasında öleceğini duymak. Zaten dediğim gibi 20 yaşında ölmüş ruhun bedenden ayrılmasını beklemek bile çok zorken. Madde de bakınca sensiz yaşamak sanki çok kolaymış gibi birde bunların getirdiği yükü sensiz atlatmaya çalışmak.

Sabahları nefes almaya başladığım anı bekleyen canım annemde benden 4 saat uzakta ve ben ne olursa olsun dik durmaya çalışıyorum. Ancak psikoloğuma verdiğim sözü bile tutamıyorum, bir türlü gidemiyorum şu ilaç kokularının arasına.

Kim ne derse desin kendim için gerçek acı eşiğini tattığımı biliyorum, savaşıyorum.Ölmekten değil korkum, benden uzak olsa bile ruhunla aynı şehri paylaştığım gerçeğinden kopmak istemiyorum sadece.