Zedka'nın sonu gibi yazılmış bir hikayeye doğru ilerliyor hayatım bugün. Ve bu hafta hayata dair ne varsa yapmaktan vazgeçiyorum. Zaman su gibi akıp gitmiyor bile... Veronika'ya da çok üzülüyorum mesela, uykularımı kaçıran bir karakter halini almaya başlıyor. Ölüme ne kadar yaklaşırsa o kadar da uzaklaşıyor. Kısacası bir ölemedi gitti diyorum.

Zihnim üzüntülü notlar almaya devam ediyor. Geri dönmeyecek ne varsa, ince ince işleniyor ruhuma.



Yağmur yağarken, dışarı çıkıp yürüdüğümüz ne kadar yol varsa tek tek gezebilmeyi geçiriyorum içimden. Kar yağacak diye çok korkuyorum ilk defa. En sevdiğim mevsim olan kış tam bir işkence halini almaya başlıyor.

Önümde çeşit çeşit ilaç her sabah mideme inmeyi bekliyor. Bense en azından doğal yollarla sana son kez veda edebilmek için hepsini eliyorum. Zaten ayrılıkta pasif bir intihar oluyor benim için. Geriye bırakabileceğim hiç bir şey yokmuş gibi, heyecanla karanlığın içindeki gölgelere koşuyorum. Fazla bencillik benimki biliyorum ama benim içinde, sen giderken fazla bencil kalıyordun.


İki gecedir biraz da kitabın etkisiyle, uykularım sabahları arıyor. Yatarken telefonun sesini sonuna kadar açıyorum. Belki kendini kötü hissedersen yanında olamasam da dinleyebilmeyi diliyorum. Olmayacak şeylere ne kadar da takıntıyla bağlanıyorum değil mi?


Hala hüzünlü olmana dayanamıyorum, yüreğimden bin bir parça yerlere dağılıyor ve ben toplayamıyorum. Kalbin minicik kırılsa geceler kılıç kadar keskin soğuğuyla yanıt veriyor.

Bu arada kedimi de hala çok seviyorum, onun beni terk etmesinin son darbe olacağını bile bile kendimi avutuyorum. Sen bilmezsin ama o bile seni ne kadar çok özlediğimi görebiliyor.

Bu hafta yalnızım mesela, yalnız kalabiliyorum. Hem zaten hep yalnız kalabiliyordum ama bencilliktir ki affet seni yanımda istemem. Hayatını bir kenara atıp benim hayatımı yaşamaya zorlamaktı bu belki de yeniden affet.

Sana ulaştıramadığım her kelimeyi belki bir gün ulaşır diye karalıyorum...
"Ne ilaçlar sakinleştirir akıp giden ruhu, ne de sözde demlenmeyi bekleyen 
çaylar..."



https://www.youtube.com/watch?v=CVHHLh99B3Q ==> "Haydi Söyle"

Hüznü bir kenara atamaz kimse, olabildiğince uzaklaşır ancak asla kopmaz bedeninden. Neşterin keskinliği bile alamaz onu içinden. O özlemeden yanmaz umut ışığı ve yine aynı noktada bulur insan kendini.

Yüreğin kal dese de beynin savaşmayı sürdürür gitmesi için. Tatlı uykuların azap halini alırken bulursun rüyalarında kendini. Aylardır geçmeyen bu acıya küfreder durursun, oysa uzaklaştırmaktan aciz olan ruhundur sadece.

Geceleri gündüze çevirir gözlerin, odandaki ışık hiç sönmez karanlıkta. Geleceği güne mum tutarsın ve erimeye başlamışken yolunda, ellerin yana yana koşarsın.

Nefreti her zaman uzaktır sana, seninse sevgin senden daha yakındır ona. Uzaktan seyredersin anıları, gülerken birden ağlarsın ve kırılır bütün camlar...

Bütün bir çekmece sigara paketleriyle dolar, odanda sessiz bir duman ciğerlerine işler. Neden bu çakmak bozuldu diye bağırırsın camdan. Kediler, acına yankı olur uzaklardan.

Şişelerce sakinleştirici, ya ölümü beklersin ya da ölüm kadar tatlı beyaz uykunu.

Hayata siktir çekersin ve bütün sayfalar karalamalarla dolar.

Yolda yürüdüğünü hissedersin, oysa bacakların sadece seni taşıma sorumluluğunu üstlenmiş ve tüm sinir sistemin kalbine bağlanmıştır o gece.

Ellerin titreye titreye oturduğun yağmurda, göz yaşların su damlalarına karışır sadece. Çantanda getirdiğin bir kaç kitap ve boşa karıştırılan sayfalarla baş başa kalırsın.

Binlerce nankör doludur etrafın, göremezsin. Yardım ettiğin mutlulukların, mutsuzluğunda boğulup gidersin.

Cebinde kalan son 10 lirayı da bir paket sigaraya verir, kayalıklara vurursun yalnız kalan ruhunu.

Hiç bitmesin dediğin tüm sarılmalar zihnine binlerce oyun oynar ve sen sadece sonsuz bir baş ağrısı ile ortada kalırsın.

Son kez "gitme" diye çığlıklar attığın hayat seni bir başına ölümün tatlı tınısıyla yalnız bırakır seni.

Ve yine sessizce geçtiğin yollardan, onsuz yürümeye devam edersin büyük bir acıyla...


Masum ancak bir o kadar kızgın bakardı gözleri. Patileri altında sürüklenen parkeler taşırdı onu. Herkes gibi küçük şeylerin içinde sıkışıp uyumayı severdi. Meraklı olduğu kadar belli etmemek adına da her şeyi yapardı.

Başlarda ben korkardım yaklaştıkça, daha sonra o kaçardı. 

Güzel ailen gibi sende birtaneciktin ve iyi ki tanıdım seni küçük aslan. 

Huzurlar içinde kal küçük aslan...
"Şu kapıdan çıkan kimse geri dönmedi. Evim en alt kattaydı atlayanlar ölmedi..."


Siyah ile beyazı ayırt etmek güzelim, en zoru bu olmalıydı hayatta. Tırnaklarında bile gri ojeler varken, iki uç noktayı yaşamaktı...

"Mutlu olmak için bir şeyler mi bulmalıydı?" yoksa "Bir şeyler için mi mutlu olunmalı?"

Gece saat 10'a çeyrek kala bir yıl önce bugün. Karanlığa dönen ruhun yeniden aydınlanma yolunu seçmişken, yapış yapış tenin gölgeler arasında kayboldu. Işıklarda durdu ve yerde 200 lira buldu. Heyecanla sarıldı, belki baş başa birer kadeh şarap içmekti istediği. Asansöre koştu, ama para hala sahteydi...

Tek fark o zamanlar üzülmek yoktu, mutsuzlukların içinde elini tutan el ile mutlu olurdu. Şimdi ne o sahte para kaldı ne de içinden çıkılacak bir mutsuzluk.

Ve insanların kalbine boş gözlerle bakmak neydi azizim?
-Yeri hiç dolmayacak bir kalbi onaramamaktı...

Belki de hikaye bundan bitti, sonuçta acı çektirmen değil acı çekmen güzeldi, sonuç olarak sahte 200lüğün bile hatrı kalmadı onda...
"Kocaman bir çınar ağacına tutkun olduğum doğrudur. Ve bu ay o ağaç köklerini toprağa salalı tam 25 yıl oldu." 



Belki de başka bir gün bambaşka bir yerde, köklerimiz toprağın altında yeniden tutunacak birbirine. Ancak şuan tüm mutluluğu paramparça eden bir korku gözlerimde, özleminden. Ve tüm hatlarınla seni sevmekten geçer, ilmek ilmek nefesime işleyişimden...

Yeniden doğmak veya ölmek bile kilometrelerce uzak. Ve bir kaç soru? 
 -Yanında olmanın bana verdiği mutluluğu neden hiçe saydın?

Yaşadığımız her mutsuzluğun içinde, ben senden güç alırken. Sen neden yeniden kaçmayı tercih ettin? Tek ve eşsiz kudretlim, koca çınarım, yaşam pınarım...

Unutmaktan korktuğum; anılarım, elim kolum ve çocukluğumsun. Kendimi bulma çabamda, alevlenen düşüncelerimsin. "Gitme" derken beni benden çalıp gidensin.

Gün gelirde bir gün yeniden damarlarında akarsa benim kanım; bu kez söz veriyorum senden ayrı içtiğim tüm limonlu çayların hesabını vereceğim.

Bu 25 yılın tüm yorgunluğunda bana ayırdığın 2 sene içinde dökülen tüm yapraklarını yeniden filizlendirmen dileğiyle. Dalların eğilse de gövden daima dimdik kalsın. 
"Sizi sizden daha çok sevecek insanları değil de, sizden uzaklaşırken bile yabancılaşmayacak insanları siz daha çok sevin"


Her serüven bir kalem ve tonlarca boş sayfa ile başlar bu hayatta. Önce düşünceleriniz daha sonra da ruhunuz yalnızlaşır. Ne kadar acı çekerseniz o kadar güler gözleriniz aslında.

Dökülen her göz yaşı sizi daha güçlü kılmaya başlar ve ayaklarınızın üzerinde durmaya başladığınızı hissettirir. Düzinelerce mektup yazdırır aşkınıza. Asla tamamen geçmez ama değersizleştiğiniz her an biraz daha hissizleşirsiniz.

Kelimeler boğazınıza yumruklar ata ata midenize geri düşer. Bu süreç aylar, hatta yıllar alır bence. Hiç bir son, tükenmez kalemle yazılmaz. Her zaman yedekte bir silginiz olur. Geçmiş, geçmiştir ve siz sadece anılarınıza hayranlık beslemeye başlarsınız. Kırgınlığınız, aşka değil kendinizedir...

Zaten hiç bir aşk sonsuz olmamıştır ve mutlu bittiği görülmemiştir. Olsaydı buna "Aşk" diyebilir miydik ?

Tek taraflı açılan bir yaradır aşk ve geçeceği olmadığı gibi, sizi başka insanları sevmek zorunda bırakır. En baştan alırsınız tüm hikayenizi. Silinen bin sayfalık yazı gibi, ısrarla her ayrıntıyı zihninizde yeniden yazarsınız. Kendinizden değil ondan bir parça arasınız. Yaptığımız en büyük yanlışta bu olmuyor mu zaten?

Oysa onu, o olduğu için sevmiştiniz. Şimdi kendinize gelin, çünkü o artık anılarınızda yaşayan insandan çok daha farklı biri oldu. Sizde öyle. Zaten değişmemiş olsaydınız ikinizde, bu kadar acıyı çekmek boşuna olurdu.

En zor şeydir, hayatta en çok sevdiğiniz insanın yanından geçerken yabancılaşmış olduğunu görmeniz. Elleri ellerinizi bırakmaz dediğiniz insanın; gözlerini, sözlerini ve gülüşlerini sizden kaçırması...

Ve şimdi bu aşk kalbinizde sonsuz bir karmaşa, gelse de gelmese de uzaktan sevmeye devam edeceğiniz. Vazgeçemeyeceğiniz ancak defalarca kendinizi zorlayacağınız. Hatta 10 yıl sonra bile küçük bir nedenden dolayı, bu aşk için ağlayacağınız.

Kim ararsa arasın, onu bulacakları yer yine sizin kalbiniz olsun.
Aşk böyle de güzel...
"Hep bir son yazılıydı ve yarın her şey gerçekten bitecekti. Gideceğini bilseydim geçmiş tüm yarınlarda sana daha sıkı sarılırdım..." 



Gözlerim son kez kapıda takılır kalıyor bu gece. Arkandan gelemiyorum yine, çöktüğüm yerde kalakalmışım. İlerlemek çok kolay aslında, ne de olsa hayat bir şekilde devam ediyor. Geçmişi ellerimden çekip alıyorsun...

Aslında acıyı sevmiyorum, sadece acı beni sana daha yakın tutuyor. Mutlu olsam, silinip gitmenden korkuyor aklım. Kendimi sana anlatmanın tek yolu boş sayfalardan geçiyor. Hepsi her gün binlerce kelimeyle dolup taşıyor, ancak hiç biri sana ulaşmıyor. Yine ve yeniden bir elveda poşetlerden taşıyor, ne son bir sarılma ne de son bir söz. Yine söylenecek ne varsa kalbimde yanıyor.

Kim elini uzatsa ellerim kayıyor. Bu dipsiz kuyudan ellerim kanaya kanaya tek başıma çıkmaya çalışmaktan başka şansım kalmıyor. İki adım ilerlesem on adım geri düşüyorum.

Şimdiden, kalbini titretecek olan insandan nefret ediyorum. Doğmamış olmasını diliyorum sadece. Ve düşünmüyor da değilim bizim çocuklarımız kim bilir kimlerin kalbini çalacak diye. Ancak o kadar yaşamak isteyeceğime emin olamıyorum.

İçimde kocaman bir hastalık ve ruhumu kemirirken, acının ardına gülümseyen gözlerle saklanıyorum. Sende bilirsin zaten insanlara somurtmayı hiç sevmezdim.

Son bir kez karşıma çık ve içimde ne varsa al kendinle beraber götür. Bir bahar günü sevmiştik birbirimizi ve yine bir bahar günü geldi çattı bu hikayenin sonu...