Mutlu uyanmaya çalıştığım sabahın, huzursuzluğu vardı gözlerimde. Yüzüme çarptığım su ile yok etmeye çalıştım hepsini. İçimden hiç gitmeyen o rahatsızlık hissi bedenimi çevreleyip durmaktan da başka bir işe yaramıyordu. Akşam olunca neden yüzüm gülmüyordu ki? Neden saçma sorularla kendimi yiyerek bitirmeye çalışıyordum. Kimden ne bekliyordum ki?

Her şey yolundaydı nasılsa...

Zaman geçtikçe tüm sıkıntılarım küçük metabolitlere dönüşmeye başlıyordu. Hissiyatlarımı mı koparmalıydım yüreğimden? Yoksa başka çözümü olabilecek kadar kolay mıydı ?

Konuşmadıklarımız da hayatımızın gerçekleri değil miydi? Yorulmaya başladım, ağlayamadıklarım su üstüne çıktı. İçimden geçen binlerce anlatı ve ben yazamıyorum. Gücüm yetmiyor değil, anlamsızlaşıyor. Yine camın önünce ışığını kıstığım odanın kasvetinde kendimle konuşuyorum.

Kendimle konuşmaktan çok sıkıldım.

Gülümsemekten çok yoruldum. En mantıklı sonuca ulaşmak için kendi kendime münakaşa etmekten vazgeçmek üzereyim. Kaybetmeye yaklaşmaktan korkuyorum. Çekmeceme dolan küllerin griliğinden midem bulanıyor.

Uzun zaman sonra canım yana yana yeniden düğümlenmeye başladı. Elim kolum bağlı susuyorum...
"Bir hafta içindeki süreçte bilenler bile bilemez beni !"

Gelecek diye bir olgu yok, birilerinin sırtından beslenmek. Mutualist yaşamak bile değil bu. Çok yorgun ve hissiz...

Korku dolu bir bekleyiş var raylarımın bağlantı noktalarını sızlatan. Çok yorgun ve hissiz. Paylaşamıyorum, gereksiz  buluyorum ve geri kalmış hissediyorum. Kimilerine göre dosya taşıyıp fotokopi çekmeye bile razı gösteriliyorum. İdeallerden uzaklaştıran sistemin puslu sayfalarında kaybolmaya devam ederken, yalnız hissediyorum. Sırtımdaki ağrılar yeniden kendini göstermeye başladı. Bir anda iki sene ileriye ışınlanmak istiyorum. Kimsenin yerinde olmak istemiyorum, kendim olmak bile istemiyorum.

Sıfırdan ve sabırla birleştirdiğim benliğimi yeniden yakalamak istiyorum. Bu sefer yardıma uzanan elleri tutmak istiyorum. Çukurun içinde tek başına kurduğum düşüncelerle debelenmekten vazgeçmek istiyorum. Geçmişten gelen korkularıma çizgi çekmek ve yoluma çıkan engelleri aşarken mutlu devam etmek istiyorum.

Bana konuşulsun değil, benimle konuşulsun istiyorum. Uçurumun kenarında sevdiğim insanla otururken dağların heybetine, dalgaların sertliğine kafa tutmak istiyorum. Saklanmadan ağlamak ve yeniden kaybolmamak istiyorum.
Parçalanmaya başlayan hayatların izdüşümü nasıl olurdu? Kırık dökük cam parçaları arasında, elleri kesile kesile onları birleştirmeye çalışan küçük bir kızın gölgesi gibi mi?

Tonton teyzenin de dediği gibi "Bu kadar pozitif enerji veren bir insan, nasıl olur da mutsuzluk hastalığına tutulur ki?" Zihnin hastalığı değil bu, kabullenmek desen hiç değil. Kim neyi kabulleniyor ki, zaman tozunu akıtır her şeyin ve herkesin. Kelimeler düğümlenir çıkacağı günü beklerken. 

Sevgi olunca halledebiliriz, saygı olunca koruyabiliriz. O, bu; şu diye sorgulamadan...

Fakat kalbimi bir şeyler eziyor benden uzaklarda ama bir o kadar da bana yakın bir olay gerçekleşiyor. Ruhumun umuda bağlanan son bağları da kopuyor ve duvarlar üzerime geldikçe eziliyorum. Korktuğumu ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. Neden ? Belli etmediğimden sadece, çünkü derinlerime inmekten de onlar korkuyor. Bir çığlık "Senin yüzünden bu hale geldi" derken. Fısıltılar "Derinleri acıyor benim canım kızımın" diyor. 

Ne çığlıklar ne de sessizlikler su dökemiyor yanmaya başlayan buklelerin üstüne. 

Zaman iyiden iyiye uzadı bu gece ve akmayı bıraktı. Ben kendi kendime dört duvar bir kutu içinde, yine kendi kulağıma fısıldamaktan yoruldum. 

 
İçimde bir hüzün var bu akşam, ne olduğunu kestiremediğim. Kocaman mutluluklar içinde yalnız hissettiğim. Kimsenin yüzüne bakmak istemediğim bir hüzün. Anlatamadığım...

Ya da sesimi duyuramadığım.

Uzaktan gelen bir ses vardı içimi parçalayan, yeniden yeniden. İkinci kez çınladı kulaklarımda, sevgiye olan inancıma gölge düşürmeye devam ederken. İki insan birbirini aynı anda nasıl sevebiliyordu ve aynı anda nasıl vazgeçebiliyordu. İşte sorunda burada başlıyor; bir taraf vazgeçerken diğer taraf bunu aklına bile getirmiyordu. Sadece kelimeler havada asılı kalıyordu, sinirle.

Mesela ben, ben de yokmuşum gibi bugün dünyada. Son günlerimdeymişim ve herkes teker teker gidecekmiş benden. Sessizlik ile hazırlanmış sofra, gürültünün geleceğini bile bile. Harfler kelimelere dönüşmüyor dilimde. Dönüşse bile aktaramıyordum kendime ya da kendim dediklerime.

İki arada kalmak bu, asya mı avrupa mı? Demek gibi. Ortası yok, çıkar yolu yok. Benim haritam 5'e bölündü bu gece. Gitmek istediğim, kalmasını istediklerim, arkasını kollayacağım ve elimi asla bırakmayan.

Bedenime yapışan hastalıklarım, anlaşılmayan anlarım. Tek bedende iki kalp ve hissedemediğim. Korktuğum...

Dağılmayın demekten yorulduğum insanlarım var içimde.