Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir konuydu. Küçük bedenlerin rol model aldığı büyüklerine karşı besledikleri karşılıksız ve sonsuz sevgi.

Bir umut, yol gösterici çoğu zaman hayat kurtarıcı insanlar. Aslında öğrendim ki rol model olabilmek için çok tanınmak veya emeklerini sürekli göz önünde hayata geçiren insanlardan olmak gerekmiyor. Evrilmenin bile en başına döndüğümüz de yeni doğan bebeğin gözlerinde, annesi ile babasının karakter paylaşımını gölgeler halinde izleyebiliriz. Belki bir abla yahut ağabey, ne fark eder...

Önemli olan tek şeyin insan olabilmekten, sözcükler ve mimiklerle kendini ifade edebilmekten geçtiğidir. Büyük olaylardan küçük beklentiler içine girerek anı yaşayabilmek. Karşılıklı değer biçmek hayata ve arkadaş, sevgili, dost bir şekilde ayrı yollarda da olsa kesişme noktalarında mutluluğu yakalayabilmek.

İçlerimizi dolduran boşluğun, altını çizerek söylüyorum boşluğun, bizleri yanlış insanlara ve olaylara itmesini önlemek. İnsan sarrafı olmaktan da bahsetmiyorum aslında gerekte olduğunu zannetmiyorum. İnsanın en başta ne olursa olsun kendini bilmesi gerektiğine inanıyorum. Kendisini tanıması gerektiğine...

Kendini bilen bir insanın yanlışlar karşında alacağı tavırda ona ya büyük bir ders olacaktır ya da sonsuz güzellikte geniş kapılar açacaktır.

Karşılıksız sevilmenin ve sevmenin. Bir kez gördüğünüz ama gözlerinin derinliklerine indiğinizde gördüğünüz güzelliklerden kaçmamanız gerektiğini biliyorum artık.

Yeni insanlarla tanışmaktan korkmamak mesela. Yeni hikayelerin sonunu saniyeler içinde kazımamak ruhun kıvrımlarına. Hayata lanet edilse bile iyi kötü herkesi, her olayı büyük bir hayranlıkla izlemek sevmek.

Şimdi camı açıyorum, rüzgar eserken saçlarımın ardında bıraktığı hissi seviyorum. Kuşların kanat çırpışlarının yarattığı paradoksa hayranlığımı gizleyemiyorum. Bir kelebeğin hayatının bile bizde yarattığı düzensizliği görmemezlikten gelemiyorum. Artık daha derin ama düzenli duygular. Sevgiler uç değil daha yaşanası, dostluklar uzak değil daha çok ele avuca sığan tarzda. Yağmur damlalarının tenimi ıslattığı geceleri seviyorum sokaklarda. Nefes alabiliyorum, ne kadar zorluk olsa da baş edilmesi gereken şimdi de gelecekte de iyi bir rol model olabilmek için çabalamaya devam ediyorum.

Bizler hala insanız ve duygularımızı sonuna kadar yaşayıp, her engeli aşmayı bir şekilde başarabiliriz.

Derin bir nefes daha ve şimdi açıyorum gözlerimi güneş batmak üzere, kuşlar ağaçlara tünemeye başladı bile. Çocuklar sokaklardan toplarının alıp evlerine koşuyor. Her biri büyük insan olacak yakında, her biri en güzelini hak ediyor bu dünya da, neden önlerini kapatalım ki şimdiden.

Betonları yakın yıkın sonsuz maviliklere, geçmişe şükredin öğrettikleri için ve geleceğe sevgiler dolusu kucak açın. Şimdi bahara tüm bedeninizle ruhunuzu akıtın. Toprak dünya ve içinde bulunan tüm insanlar sizin bir parçanız. Heyecandan, bekleyişlerden, öfkelerden, acılardan ve ölümlerden kaçmayın.

Çıldırmakla çıldırmamak arası, kıskanacak hallere düşüp kalkmak ötesi. Derin desen bir derinliği olmayan. İçinde tatlı yüzünde ekşi bir tat bırakan. Neredeyse 2 buçuk senedir hissedilmeyen...

Taktik yok, bam bam bam...

Hayır bir saniye öhöm;

Güzel bir bekleyiş, uyuyamamak mesela. Sonra geçmek bilmeyen zaman ve ayarında bazı şeyler. Sigaranı yakamadan attığın sokakta ilerlerken, tek bir günü anımsamak tek bir sahneyi yaşamak. Kahve tadında kendine getiren, bira tadında kendinden geçiren.

İŞTE BU !

Dünyevilikten uzak, maddiyatçı toplumun içinden sıyrılmışlık misal. Dakikalarca edebiyat, belki sahte ama kulağa hoş gelen iltifatlar. Uçsuz bir güvensizlik içinde derin bir umut beslemek.

Hepsinden önemlisi anı yaşamak, gelecek gelecekse tadını çıkarmadan gitmemek. Yaşarken ölümü tatmışken tüm ruhunda, kısa günün saatlik heyecanını yaşamak..

"İsyan olmuş deprem olmuş 

Yuvam, sevenim, annem dilsiz sırdaş, melek olmuş, sağır 
Mahrum her sözüm çığlık, feryat, figan olmuş 
Gül canım kızım, siyah halinden sorumlu var..."

Eve döndüğümden beri kapılar sanki yokmuşum gibi üzerime kitlenmeye başladı. Anahtarı bulana kadar evden çıkamayacak kadar zaman harcıyorum...

Bir hafta süren mutluluğumun ardına sinsice gizlenen anksiyetem bu sabah kendini büyük bir yoksunluk kriziyle ele verdi. Zaten geçirdiğim insomnia beni yeterince yormuyormuş gibi. Birde iyi mi acaba diye insanlara deli gibi sorduğum dakikalar uçup gidiyor hayatımdan. 

Göz yaşlarıma şahit olan yastığım bile artık benden nefret ederken, buzdolabının acı tıkırtısı eşliğinde sabahın 7sinden 8e kadar karşısında oturup döktüğüm tonlarca yaş. 

Yine nefes alamadığımı hissediyorum, kayboldum bugün. Işığa doğru koştukça karanlığın içinde sürüklenip duruyorum. Masamda tonlarca ilaç, bazen hepsini aynı anda içip gerçekten ışığı yakalamak istiyorum. 

Aylar sonra bugünlerden birinde terk edildim, ne saate bakabiliyorum ne de geçen günlerin ismine. 1 yılı devirmeye az kala çaresizlikten ölmenin yanı sıra, duruşumu takdir edenlerin gölgesinden de kaçamıyorum. Benim için büyük travma devam ediyor ya sende havalar nasıl bugünlerde. Eminim ki mutsuzluğunun içinde çok mutlusun. Adı "bir ben" olan büyük bir dert yok başında ve ne kadar hayat seni yorsa da mutlusun. Öyle de olmaya devam et. 

Benim için uyku denen bir güzellik yok hala, deli gibi canımı yakmaya devam ediyorsun farkında olmadan. Daha önce birini hiç bu kadar üzmüş müydün? 
Neyse sana kızmıyorum zaten, en azından parçalanışımı karşıma geçip izlemiyorsun. Uzak durmakta da haklısın sonuçta hayatını yoluna koyman gerekli. Bu yüzden kızmıyorum sana. 

Peki, birinin hiç benim kadar ihtiyacı oldu mu sana? Tamam haklısın, yardım etmek zorunda değilsin sonuçta ben, senin için yoldan geçen herhangi bir insanım artık...

Söylemiştin yaralanacaksın, daha çok üzüleceksin bu hayatta diye. Sadece bu yarayı senden beklemediğim için affet. Ve tabi sende açtığım yaralar yüzünden beni terk edişini affet. 

Her güzel şey bir gün biter, zaten kim ister ki bitmesini ancak biter işte canın sağ olsun. 

Bir "Adamlar" konseri yok ki gidelim, iki kafa dağıtalım. 

"Abi kafanda kurbağa var Abi kafanda kurup kurup Vuruyosun oğa buğa Yaşlı bi kurbağa var Bin yaşında var Başında sis var kurbağanın Altında sen var Sen bi salondasın, sanıyosun ki okyanustasın ama işte Salondasın, yanında ismet var İsmetler gider ismetler kalır Sen başarırsın ismet sevinir Gerisi eski püskü boktan sandıklarda çürür Sen düşersin ismet kaldırır..."
"Rafadan Salçalı grubuma ithafen artık 5 kişiyiz, gönül isterdi ki 6 olsun. Durup dururken grubun neşesi olurken bir anda dertlerimle boğmayayım diye..."

Rapor teslimi için çılgınca hocaların peşinden azimle koşturduğum günün sonunda, topladım bizimkileri çaya bize. Birde gözleme patlattım hepsine en özelinden, vur patlasın çal oynasın. Makara kıyamet, akıl oyunları, şakalar takılmaca. Sonra birden durdu zaman güneş parlaklığını kaybetmeye başladı. Demlikler boşaldıkça içimde büyük huzursuzluk, yeniden geceye yalnız bir giriş...

Sevdicekleri yanında hepsinin, mutluluklarına ortak olurken büyük bir kalp ağrısı ve hüzün. Birtanelerim asla beni yalnız hissettirmezler ancak, boşluğu bir türlü dolmuyor işte. Neşemin yanında, büyük bir boşluk geçmiyor yüz üstüne çıkıveriyor bir anda ben bile farkına varamıyorum...

-Cansın kardeşim niye düştün bu kadar ?
-Düşmedim, noldu ki?
-Sessizleştin, nerede mahmut abi?

Taktım sigarayı dudağıma;

-Burada mahmut abi gitmez siz korkmayın...

İçimden başladım anlatmaya 

"Sene 2014 o zamanlar mutluyuz tabi..."

Ne astım denen illet var ciğerlerimi söken, ne canımı canımdan söken kalp ağrım. Bir bardak çay daha doldu önümde. 

Sahi neydi yarısına kadar sıcak su, biraz soğuk su ve süt tozu 2-3 şeker ile içerdin kahveyi. Kahve içmeyi de bıraktım, limonlu çaylarda gitti benden...

Bu hafta yüzüme taktığım mutlu maskeyi kalbime takamadım yine. Atölyede tartışacağımız kitabın kapağını bile açamadım daha neler?
İlker de sordu "Neden artık yanıma gelmiyorsun?"

Neden bir çok şey varken bir çok şeyi yine yapamıyorum... 

Neden Mart ayı bu kadar hızlı geldi ve ben seni yine göremiyorum. Şimdi sen iyileşince ben okula gelmeyi yeniden bırakacağım. Herkesle şen şakrak eğlenirken okulda, yine bırakacağım. Görmek istemiyorum seni ondan sanırım. Nefret etmek istiyorum, içim soğusun gideyim senden diyorum. Zaman beni içine hapsediyor. Alıştım diyorum, adını duyunca alevleniyorum. 

"Nereye kadar daha kaçacaksın?" diyorlar. Kaçabildiğim kadar...

Alışamıyorum, anı patlamalarım azalsa da gelince dalgası boğulmadan çıkamıyorum. Kilo da verdim oysa yine de  güvenemiyorum. 

Bir rapor için günlerimi verirken gözyaşları ardında, dergi için nasıl yazı yetiştireceğimi bilmiyorum. Sığınacak liman da bulamıyorum kendimden başka, kayboldukça kayboluyorum bu zamanlarda.

Kafamı seninle dağıtıyorum, seninle topluyorum. Ne zaman bitecek bu işkence diye sürükleniyorum yokluğunun pençesinde.

Alev alev yanıyorum, hala görmemezlikten gelmeye devam ediyorsun...