Kalbim ve ruhum büyük bir tezatlık içerisinde yeniden, bilekleri kesilmiş bir beden gibi sıkışmış bir halde. İstemsizce acı çekerken titremeye başlıyor. İçimden hiç gitmeyecek o acı yeniden zihnime oturdu.

Ne çiçeklerin açtığı, ne de güneşin tepede parladığı günleri görmek istiyorum. Karanlığın içinde kaybolmuşum ve çıkmamak için yeniden elimden geleni yapıyorum. Gelecekten uzanan ellerin de hepsi yalan, çıkar ve sadece seks. Freud yanlış olduğu kadar bazı insanlar için fazlasıyla doğru bir adam.

Kalbimin sessiz çığlığı yükselirken gecenin karanlığında, ellerim soğuk terler içinde üşümeye de devam ediyor. Ya bu kaybolmuşluğa kendim attım kendimi, ya da sevgisine inandığım insanlar tarafından itildim. Gerçi ilkinin doğru olduğunu savunacak olanlar olsa da, insan tek başına kendini karanlığa asla gömmez bunu gözden kaçırıyorlar.

Bende isterdim ruhumu öldürmüş olanların ismini kasetlere, canlı olan sesimle kaydedip hayattan vazgeçebilmeyi. Sadece vazgeçmenin kolay bir yol olduğuna karar verdiğimden, zor yolu seçip kaybettiğim neşemin peşine düşüyorum. İyileştiğini düşündüğüm ruhumun yeniden incinmesine neden olanın kim, ne ya da hangi zaman dilim olduğuna da bir kesinlik getirebilmiş değilim.

Beş para etmez ruhlarla çevrilmiş dünya da, kimsenin ne düşündüğünün de bir önemi kalmadı. Maskelerini kaldırdığın ruhların altından ne boklar çıkıyor, kendimiz de dahil olmak üzere, insanı delirtir cinsten.

Bom boş bir duvarsa hayat, çatlaklarıyla ve üzerindeki kalan anılarla devam etmeye çabalıyor insan. Acı da mutluluk da bir döngü bu hayatta, kuşların göçü gibi soğuktan sıcağa.

Önümde içi boş bir silah, elimde kalemim ve yarım kalan hayallerim. Kim derdi ki "kıvırcık" ruhunun karanlığına teslim olacak. Zıplaya zıplaya yürürken yay gibi hoplayan saçlarının ardında sakladığın neşe nerede?

"Bende bir aşk var onu yanlış kalbe bıraktım..."

Şimdi de heyecanla beklediğim yarınların bir an önce bitmesini dilemekten başka şansım yok. Bu sene hayata son bir şans veriyorum, yeniden geri dönebileceğim umuduyla ve beni sonsuzluktan vazgeçirebileği hayaliyle...

Nedeni hiç bir adam değildi, yenildim sadece kendime yenildim ve kalkamayacak kadar yorgun düştüğüm bir döneme girdim yeniden.

Aşk denen ruhsal kelimenin anlamını kaybettim. Dur ama hemen sevinme şuan sevdiğin birisi olduğu için. O da her şey gibi geçip gidecek, çünkü sorun karşımızdakiler de değil kendimizde. Biz kendimizi çözemiyoruz, kendimizi birinde bulmaya çalışmakta büyük bir aptallık oluyor haliyle.

Hayatına giren her yeni insan sana farklı bir heyecan verecek biliyorum. Hepsi belki de birbirinden daha değerli olacak. Benim içinde...

Sadece anlıyorum ki yalnızlıktan korkan ben değilmişim. Sırtımı döndüklerim ve beni hayatından çıkaran kimseler, benim için oldukları yerde kalabilirler. Bir şeyler kanıtlamak zorunda değilim. Hayata tek başıma geldim sonuçta, ben kazandım milyonların içindeki yarışı tek başıma kazandım.

Duyuyorum ki " Sen kaybetmedin!" diyorlar. İyi de kimse kaybetmedi bunu göremiyorlar. Hayatımın yazıldığı senaryoda güzel bir bölümdü ve bitti diyorum artık. "Üzülme!" diyorlar.

Zaten ben de niye üzüldüğümü bilemiyorum, ne değer yüklemiştim ki bu kadar beni yıpratacak. Hayaller kurdururken, nefret besletecek. Kendi kalbimle kendimce güzel sevdiğim insanları kaybetsem de, yenilerini de sevebilirim.

Sonsuz değer ve sevgi beslediğim 1 yılın ardından çıkan her söze karşılık, büyük bir nefret hissizliğe de ulaşacaktır.  Ne okuduğum bölümden ne de insanlardan hoşnut değilim artık ve kim ne söylerse söylesin, bunu bana gösterdikleri içinde hepsine binlerce teşekkür var kalbimde.

Bu sene sanırım Boğaziçini kazanıyorum ama gidemeyeceğim. 2 sene sonraya atıyorum bu hayali ve çalışırken okumanın heyecanını yaşayacağıma inanıyorum. 2 sene sonra Boğaziçi yeniden bekle beni iyi bir edebiyatçı olacağıma inanıyorum...
Uzun yıllar önce yazdığım; saçma, absürt ve 3 yıl boyunca gerçekleşmesini umduğum 300 sayfalık kitabımdan. Çocukluğumda kalan ve ne zaman yolda görsem beni gülümsetmeyi başaran mor tişörtlüye;

Sabah kalktığımda içimde hala aynı burukluğu hissediyordum. Acaba gerçekten bilinçli bir ayrılık mıydı diye düşünüyor ve olanlara anlam getiremiyordum. Ben bunları düşünürken birden telefonun çalmaya başladığını gördüm ve koşarak telefona açtım. Arayan tabi ki Fatma idi beni bu haldeyken nasıl unutabilirdi ki.. Oysa o kadar mutluydu ki Gökhan ile. Birbirlerini ayrılsalar bile asla unutmayacak bir güç ile seviyorlardı. Bu beni o kadar mutlu ediyordu ki içimdeki acıyı unutmama yetiyordu. 
Ben yine düşüncelere dalmışken telefonun öbür ucundan “ Alo Derin orada mısın?“ sesi yankılandı “Evet… Evet, buradayım” diyebildim ve susup Fatmayı dinlemeye başladım. "Bugün nasılsın ?" deyiverdi, oysa ki ben sadece onu dinlemek istemiştim konuşmak istemiyordum "Daha iyi" dedim. Sesimdeki isteksizliği koruyamamıştım bir türlü. "Ama sesin bana yalan söylediğini düşündürdü." dedi hafif bir neşe dalgası ile.“Gerçekten iyiyim aradığın için sağ ol." dedim. “ Seni merak ediyorum Derin tam 2 aydır dışarı çıkmıyorsun. Artık Gökhanlar bile merak etmeye başladılar. Yani sakıncası yoksa bugün sana gelebilir miyim?" dedi gerçekten sesinde derin bir hüzün vardı. “tabi ki çok mutlu olurum" dedim, zaten nasıl kırabilirdim onu en azından bu durumdayken.“Peki Ömer'e biraz yardım edip sana geliyorum o zaman.“ dedi. "Peki" diyerek kapattım telefonu. Aslında en iyi dostumu görmek bana iyi gelebilirdi en azından düşüncelerim ve anılarımla baş başa kalmaktansa yanımda birisinin olması gerçekten güzel olacaktı.


Biraz sonra kapı çaldı ve kapıya giderken neşeli olmaya çabalayacağım diye geçirdim içimden. Kapıyı açtım ve Fatma'nın bana sarılması ile kendime geldim "hoş geldin" dedim. Sesimdeki neşeyi fark etmemiştim."Beni görmek seni çok mutlu etti bakıyorum da" deyiverdi şakacı bir tavırla. Bense sadece kafa sallamıştım yinede gerçekten mutlu olduğumu hissedebiliyordum. “E nasıl gidiyor. Yani…" diyerek susuverdi birden. Benimse gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı bile “ Derin seni üzmek istemedim sadece… “ sözünü yarıda kestim; "Senin hatan değil sadece benim aptallığım" dedim derinden bir iç çekerek. "Bak senin için çok zor biliyorum ama kendini böle soyutlayamazsın hayata, unutma hiç bir şey bitmiş değil" dedi beni sakinleştirmeye çalışarak. “her şey benim… Benim hatam o veda O büyük vedayı ben yaptım asıl onu ben üzdüm… “ bir an sustum ve derin bir nefes alarak devam ettim "Onu asker olarak görmek canımı yakacaktı ya bu onu son görüşüm ise" birden hüngür hüngür ağlamaya başladım ve Fatma'ya sarılıp ağlamaya devam ettim. Fatma ise beni kolları ile sarmalamış sakinleşmemi bekliyordu. "Peki o nasıl? Onu çok özledim" dedim birden beni sakinleştirmeye çalışan kolların arasından.“O’da seni özledi “ dedi ve devam etti "Ayrılık onu da yıktı Derin'den başkası olamazdı. O benim için hep tekti ve öyle kalacak diyor" dedi umut dolu gözlerle.“Benim içinde" dedim."Bir yüzünü yıka da kendine gel lütfen" 
O anda kendimi haykırışları içinde debelenen bir zavallı gibi hissediyordum durmadan ağlayan küçük bir kızdım işte oysa ki hata sadece benimdi. 

Salona geri geldiğimde bana gülen gözlerle bakıyordu beni mutlu etmek için elinden geleni yapıyordu bense mutsuz olmak için her şeyi.
"Bugün seninle dolaşmaya çıkacağız" dedi."Teşekkürler siz gezin bugün pek havamda değilim" dedim aynada kendime bakarken. "Lütfen kırma bizi bak Gökhan’lar bile merak içindeler lütfen bir gün ışığına çık artık geç olmadan"  
"Peki ama sadece kırılmayın diye“ dedim sesimdeki hırçınlık yok olmuştu. "Tamam, sen yeter ki gel bizim ile “ dedi birden yerinden zıplayarak. "Şey …" dedim gerisini sormaya korkuyordum. " evet…" dedi Fatma merak içinde sorumu duymayı istiyordu.“ Şey… Cem gelmeyecek değil mi? “ dedim sesim fısıltı gibi çıkmıştı. O ise biran duraksadı ve "Sanırım hayır" dedi tepkimi kestirmeye çalışırken kollarını açıp bana sarıldı. "Sanırım diyorsan sanırım daha iyi olur" diye fısıldadım kulağına. Onaylarcasına kafasını salladı."Hadi gel sana giyecek güzel şeyler bulalım". 

Dışarı çıktığımızda güneş tenimizi hafif bir esintiyle okşuyordu ve birden dışarı en son çıktığım gün aklıma geldi; Ne kadar da güzeldi kapının önünde Cem beni bekliyordu güneşin altında o güzelim mavi gözleri parlıyordu ve ben sadece gözlerinin derinliği içinde kayboluyordum. 

Zaten yaptığım tek şey de buydu sanırım onun deniz mavisi gözlerindeki derinliklere dalmaktı. Gökhan’ın; "Vay aramızda kimleri görüyoruz" demesi ile kendime geldim. Gökhan her zaman ki Gökhan’dı işte rahat tavırları ile konuşuyordu ve her zaman ki gibi güneşin altında saçları daha da parlak bir sarı oluyordu sanki derken içimden, Sezen’in sesini duydum o  sesi nerde olsam tanırdım “ İşte  buradasın dostum aramızdasın"  
"Evet" dedim gülümsemeye çalışarak. "Gene sakinsin bakıyorum sesin sedan çıkmıyor meraktan öldük Fatmacığım da olmasa bilemeyeceğiz bir msn’den facebook’dan mesaj atar insan olmadı cepten"  Bunu söyleyen Deniz'di her zaman ki neşeli hali ile. "Gerçekten üzgünüm" diyebildim sadece kısık bir sesle. Gerçekten yaptığımdan dolayı üzgündüm Sezen beni böyle görünce "Dert etme Derin önemli değil sadece takılıyoruz biz sana". Herkesi çok özlemiştim sesleri yüzleri hareketleri sohbetleri her şeyi ancak canımı acıtan tek şey bu özlemin içindeki eksik parça işte o parça “CEM“  idi.

Yürürken denizden gelen dalga sesleri içimi aydınlatırcasına anıların içinde kaybolmama neden oluyordu. Gerçekten onu hala seviyordum onsuz yapamayacak kadar savunmasız ve yitik bir durumdaydım. Koluma giren Sezen’i görünce düşüncelerden sıyrılıp gerçek hayata geri döndüm artık gerçekten bu durumdan sıkılmıştım çünkü düşüncelere dalarak çevremdekileri rahatsız ediyordum."Düşüncelerinle dolanırken düşeceksin diye korkuyorum" dedi hafif bir gülümseme ile bu söze karşılık veremedim yinede gülümsemeye çalıştım. O an önümüzde Fatma ile Gökhan’ın ne kadar mutlu olduklarını gördüm el ele tutuşmuş konuşuyorlardı. Deniz ise Gökhan’ı sinirlendirmek için Fatma’nın boştaki koluna girmiş kahkahalarla gülüyordu. Sezen’in ise elimden tutup beni kayalıklara doğru çektiğini fark ettim, yavaşça kayalardan birinin üzerine oturdu ve beni de yavaşça yanına çekti. "Onu mu düşünüyorsun?"dedi birden, ben ise gözüme denizde oluşan dalgalara dikmiş onu düşünmemek için çaba harcıyordum “Evet…”  dedim sessiz bir şekilde "O da seni.." dedi gözleri parlıyordu. "Onu üzmek istemezdim yani onu gerçekten hala seviyorum beni anlıyor musun Sezen?" diyiverdim bilinçsizce ve birden ağlamaya başladım. Sezen ise kolunu omzuma sardı ve devam etti "Evet biliyorum bunu o da biliyor" dedi. Gerçekten konuşacak gücüm yoktu ama o anda büyük bir güçlükle "Gerçekten tam bir aptalım yani durmadan ağlıyorum her an düşüncelere dalıyorum. Çevreme rahatsızlık vermek değil de nedir bu söyler misin?" dedim daha da kötü olmuştum. Sezen ise halinden mutlu gibiydi ne de olsa artık hayata dönmüş bir hastaydım."Bizi rahatsız etmek mi?" dedi küçük bir kahkaha atarak ve devam etti "Rahatsız etmek değil de endişelendirmek diyelim" dedi. Ben ise birden "Başlangıçlar" dedim 
"Efendim" demek ile yetindi. "Başlangıçlar sizinle olanlar" dedim birden mutlu olmuştum. Sezen de başını sallayarak gülümsedi ve eve doğru yol almaya başladık.


Bu hüzünler ve ayrılıklar olmasaydı, sanat iki dudağın arasına nasıl yerleşirdi bilemiyorum.

Sigaranın dumanı ardında sislenen odanın içinde hasretle yanan kalpler ve yarım kalmış hayaller, nasıl kelimelere dökülürdü. İnsan bu insan, her zaman en çok değer verdiklerini kaybetmek zorundaymış gibi yaşar sadece. Aynı insan, binlerce maske takar yüzüne ve zamanı gelince nefret ettiğini dile getirdiği insanları bile yeniden seviyormuş gibi yapar. Sonra mağlubiyeti eline verir zamanında değer verdiğine inandırdıklarının.

Yarım kalan saniyelerle, akmayı bırakır zaman. Şişenin içindeki su bile bitmek istemez, vücuda karışmaktan çekinir. Ve dediğin gibi; insanların çirkin yüzüyle karşılaşır küçük kız. İnanmak istemediği yüzleriyle... 

Nefret etmeyi öğrenir sevdiklerinden. Nefret ettikçe de burkulan ruhu biraz daha büyür...
"Tamam bekliyorum, geldik mi? Gözlerimi şimdi açmalı mıyım?"

Boğaza karşı açan tonla çiçek ağaların sırtında, derisi solmuş gökyüzü. Islanmak üzere olan bir şehir. Yalandan mutluluk yaşayan bir kız. Üstü kapalı bir evlilik teklifi. Olup biten her şeye hazırlıklı bir ruh.

"Şimdi sarhoş muyuz, yoksa tenini beynime kodlamaya zorlayan bir sen mi görüyorum."

"Bir sen kadar ben var karşında, dağılmış bir hayat. Olsun zaman derler ya arkadaşın bir üstü sevgilinin bir altı."

"Dur, bu dizi reklam yapıyor. Dinle."

"Bir kaç eksik var ama, sen beni dinle asıl. Belki evlenirsek istediğin yeri seçersin, taşınırız ve o zaman hayat düzene girer. Ben sanırım seni seviyorum.."

"Sevdiğin için sadece teşekkür edebiliyorum. Güldüğüme bakma neden sevdiğini anlamaya çalışıyorum. İnanmak isterdim."

"Tepeden denize bakıyoruz. Gökyüzü dumanlı, kucağında yaralı bir kedi ve kahven. Beni sakinleştiriyorsun ve bir kaç ilham."

Bazen körü körüne inanmayı seçer kalp, ve bazen inanmamak için mantıktan geleni yapar.

"Sigara içmek için can atıyorum ve bir bardak çay, susadım."

"Eyvallah abi, çaylar önden."

Anı yaşamak güzeldi ve an her zaman güzeldi, ne geçmiş ne gelecek hepsi çok uzakta kaldı.

"Artık acı için yazma, bu çok tehlikeli. Boşver dergileri. Saçını atsana fotoğrafını çekiyorum."

"Sabah sabah yeter, ver ben çekeceğim."

Gülün ucundan sarkan, yüzler sizde gülün bu sefer. Ne geçmiş anlara üzül ne de gelecek günlerin heyecanına kapıl.

Bir kase puding ve niğde gazozu gül ulan !


"Ölüm Allah'ın emri de, ah bir de şu ayrılık olmasaydı."

Papatyaların açtığı baharı hep sevmek istemiştim. Karşılıksız, içten belki de dümdüz. Şimdi ise o papatyaların içinde hapsolmuş ruhumun aynasını kırdım.

Sırtımda bir kambur, nefes alamıyorum. Ne şarkılar ne de güzel şiirler ruhu, senin işlediğin gibi işlemiyor. Ben de anıları izliyorum usulca uzaktan ve seni izliyorum hala yıllar geçecek olsa da.

İçime kaçmış olan neşemi özlüyorum, eteklerim zil çalarken koştuğum zamanları. Biliyorum çok yanlış belki de ama tüm benliğimi sende unuttuğum için gelip alamıyorum. Şayet ellerim uzansa da sen istemiyorsun...

Hikayemiz, hissettiklerimden çok senin hissetmediklerine geçiyor. He bir de kaybolan kimliklerimiz değil bu noktada, kaybolan sevgimiz oluyor. Dalından koparılmış bir çiçek gibi susuz ve yalnız. Kısacık ömürlü ancak solmadığı zamanlardaki kadar da güzel kokan. Aman zaten sen hep kurabiye kokardın bense heyecanla gülümserdim diyorum evrene.

Sonra metronun merdivenlerini hep iki iki atlardım, kollarında olabilmek için. Bir zamanlar hayaldin, gerçek oldun ve bitti. Diyorum ki bazen, keşke hep hayal kalsaydın bu baharda olduğu gibi işte o zaman seni sonsuza dek saklardım derinlerimde. Ne sen bilirdin solan çiçeklerin çektiği acıları, ne de ben soldurduğum ruhunun gerçeğini.

Geçenlerde bir gün yine kesildi nefesim sonsuzluk gibi, seni ararken. Hoca sordu "Neden ?"

"İyiyim, dinlensem geçer hocam" dedim.

"Neden bu halin ?" dedi tekrardan.

"Öyle işte hocam öyle.." dedim.

"Biliyorum, zor." dedi laboratuvardan çıkarken. Acı bir gülümseme "Zorluklar atlatılmak içindir hocam, lütfen. Bari siz anlamayın beni." dedim. Gitti...

İnsanları, sevdiği kurtarır dediler. Ben sevdiğim adamı mahvetmişim, kaybetmişim çok önceleri.

Güzel geçen bir senenin ertesini çöpte bulmuşum, ne okul, ne sevdiğim kara bir defter olmuş ve ben eriyorum. Sensizlik içinde, yaşaya yaşaya sonsuzluğa yükseliyorum...

Bugün Kordon da hep birlikte güzel ve hızlı bir kahvaltı ettik. Ben gidiyorum artık dedim, kimse inanmadı. Bileti gösterdim, dönüp alakadar bile olmadılar.

1 saat sonra;

"Lütfen sende nefes nefes kaldığını söyle" diye haykırdılar kalan son güçleriyle. Oysa ki daha yokuşun başına varamamıştık bile.

"Keşke her gün bir Cuma gecesi olsun" diye hayaller kurmaya başladık. Ertesi günün yükünü düşünmeden deliler gibi dans ediyorduk ve sarhoş olamamanın acısıyla kıvranıyorduk. 7 kişinin önünden 37 tane bira 14 tane shot geçmişti bile.

Bir şeyler yine yolunda gitmiyordu ve işin acı yanı 7'de 3'ümüz buna çoktan alışmıştı bile. Uzun aradan sonra, o gece dans ediyor olmamız bile büyük bir şoktu bizim için.

Tango bizim neyimize Kadın !

Uyumadan kalktığımız sabahın gecesi iyice kopmaya başlamıştı. Yeşile alerjim yoktu ancak, alerjik bir trip yarattığı kesindi. Yine bir şekilde hayata beleşe konmuş gibiydim. Düşüncelerimde boğulmaya başlamışken, maskelemeye çalıştığım acı duygusu beni bitiriyordu.

"Geri dönsün diye, şunu şunu araştırdım gençler" dedi koltukta ölü gibi bakarken. Durup düşündüm;

"Tek bir şey diyeceğim, zaten bitmiş bir şey ve sen onu neden geri istiyorsun. İstesen de olmayacak. Zamanını bizimle buralardan gitmeye harca sadece." dedim.

Israrla devam ederken "Aşık olduğum kızın geçen sene nikahına gittim ve hiç bir şey hissetmedim, sende hissetmeyeceksin korkma!" diye kahkaha atmaya başladı.

Şuan ne hissettiğimi bile bilmiyordu ki.

Başka bedenler, cesetten bile daha soğuktu benim için. Ne ruhlarına dokunuyordum, ne de tenlerine. Zaten ne gerek vardı döngünün içinde kapılıp yeniden aynı korkulara düşmeye.

"Abisinin ruh kardeşi, yakarım herkesi. Sadece benim içinde senin içinde bir parça eksik hikayenin sonunu, kendimize uyduramıyoruz."

Öğüt vermesi kolaydı, içinden savaşarak çıkması ise tam bir olay.

Battaniyenin ucundan sarkan kolumu dürttü;

"Sınava sağlam kafayla gitmeyelim" dedi. "Hayır, bırak ben uyuyacağım..." dedim ve arkamı döndüm.

Metroda insanlar çılgın dansımızı izlerken. "Senden kalan son dalı da ben içtim" diye itiraf ettim. Heyecanla bir beşlik çaktı, sersemlemiş gibiydi.

"Uzatmayacağım, mektup çağını geçmişken neden almanca mektup yazmaya çabalıyoruz. Bitsin artık, dayanamıyorum..."

Sınıftaki bir çocuğun hamile olduğuna kanaat getirdik.

"Was tut ıhnen weh? Haben Sie schmerzen oder Fieber?"

"Was sollist du machen"

"Scheisse Deutsch."
İnsanlara inancımı kaybetmeye başladığım şu saatlerde, sevdiğim yalnızlık ve sessizlik hissinden deli gibi de korkmaya başladım. Günlerdir, yaşadığım derin sessizlik hafta sonu son bulacak olsa da bu kez bundan nefret ettiğimi anladım. Geçmişe bir kez daha büyük bir özlem duydum..

Kimse dolduramadı içimdeki sensizlik hissini, dolduğunu düşünüp yeniden pozitif olmaya başladığım 1 aylık süreç bile geride kalmaya başladı. Yeniden düşmekten çok korkuyorum, tökezledim ancak yürümeye devam ediyorum bir şekilde. Bir bardak şarap ve sonu gelmeyen şarkı listeleriyle sürüklenip gidiyorum. 5 gündür kimseyi görmedim daha, kıçımı kaldırıp çıkmıyorum bile evden. Aileme yansıtmak istemeden yaşıyorum içimdeki duygu karmaşasını. Benimle birlikte yıkılan insanları kaldırmaya başlamışken, yeniden bir çukurun içine sürüklemek istemiyorum.

Biri için heyecanlanmaktan çok korkuyorum, tökezledim ve vazgeçtim...

Mesela bugün inancım yeniden kırıldı. Karşılık beklemeden heyecanlandığım insan tarafından büyük bir yenilgiye uğratıldım.

Güzel sözlerin hepsinin yalan olduğunu düşünerek ilerlemeye devam ediyorum bu yolda. Yüzüne de söylediğim ve hiç bir şey olmadığımızı bildiğim halde neden hayatıma sokmaya çalıştığımı bile bilmezken buluyorum kendimi.

Ne kırmak ne kırılmak istemiyorum. Ancak iyi gelirken bana aynı zamanda uzaklaştırmak için uğraşıyorum. Zihnimi delice zorluyorum olmaması gerektiğine dair. Her iki sözden biri geçmişi açmama neden olurken, geleceğin hayalini nasıl kurabileceğimizi sorguluyorum.

Sonra diyorum ki iki farklı hayat, biri var işte ve diğeri ise olduğunca sıradan ve içsel bulantılarla dolu. Elimden geldiğince derinleştirmemeye çabalıyorum. Zaten derinleştirebilecek kadar da değer veremiyorum kimseye, sana olduğu kadar.

Sanattan uzaklaşmaya başladığım içinde acılar içinde kıvranmaya başladığımı söyleyebilirim.

Bu gece yine içler acısı bir şekilde kalbimi zorluyorum. Acıyı yeniden hissetmemek için fotoğraflarla güzel anıları içselleştiriyorum. Kaçtığım günlerin, efkarını hissederek yoluma devam ediyorum. İyi ki diyorum ve gerçekten sevgiyle anıyorum...