"Derin bir rüzgardı içimde,dinmek bilmeyen. Susmayı tercih eden..."




Hikayelerim, hediye ettiğim kitaplar kadardı ve satırlarca ben kokardı sayfaları. Gene karıştırsa gözlerin satırları, bir sen ve senden daha çok seni seven bir ben...

Ayrılığa karışmış kokun, ve bir o kadar da sensizlikten kaçamayan kalbim. Aynı zamanda gözlerim gözlerine değse, yüreğim alev alacak yeniden. Bundandır tüm saçmalamam.

"N' olur gitme!" derken çıkışın kapıdan, zihnimin derinliklerini kurcalar hala ve bir sürü soru işareti. Şimdi nasılsın? Sadece "iyi" olduğunu söyle bana. Ve ben yaralıyken gülen yüzünü açıkla bana.

Tek bir gün geri ver bana senle geçen. Kızma bana, geçmiş günlerde; sensiz geçeceğini bildiğim günlere nefretle baktığım için.

Anılar sadece ısıtır kalbimi, özlemden midir? Yoksa çok sevdiğimden mi seni... Zaten özlem yoksa sevmek nedendir?
"Bir çizgi kadar sendin, beni hayatta tutan ve yine kendi ölümümü gözlüyorum gözlerinde..."



-Özlemekten vazgeçme...
-Çek acını olan olmuş, kim ölmüş ki bu acıdan, ruhlardan başka ?

Ruhumun acısı aşkta başlardı sende biterken, bu yüzden bırak da erisin yüreğim.

Zamanın da olmuşsan kaderim, birleşmişse ellerimiz ve şayet gittiysem senden tamamen. Ben yine de usanmam seni özlemekten...

Şimdi oturmuş seni kadehlerce özlerken, geçirdiğim ruhsal değişime bağlı ölümü hissedebiliyorum



"Yine yalnızlık köşeme çekildim ve usulca hayatı dinliyorum pencereden"


Ruhumun yavaş yavaş ancak kararlı bir şekilde batışını izliyorlar. Çevrendekiler azalana kadar konuşmaya devam edecekler. Ya da sadece susup anıları izleyecekler. Oysa kalbimden hala binlerce zırvalık dökülüyor...

O halde sanrılar mı bizi biz yapan, yoksa birlikte zaten delirmiş miydik ? İçimdeki "Sus" a inat konuşuyorlar. Sonra beynimi işgal ediyorlar. Sık sık değil anlık...

Ruhum mu sinirleniyor, kalbim mi? -su birden taşıyor.- İyi de kime ne ? Herkesin görmediği kadar normal, hissettiği kadar deli düşünceler. Ben de istediğim kadar görüyor, korktuğum kadar susuyorum.


Başım bugün de çok ağır, kaldıramadığımdan haykırışlarım. Her yolculuk ruhu doyuracağı yerde, beden bağını zayıflatıyor...

Bu gece yalnızlığa değil, bir kez daha kaybolan aklıma sarılacağım.


"Sıkışmışsa ruhum dört duvar ardına, ne konuşuyorsun ey kalbim bu yolda..."


Neredesin parıltılı gökyüzü, yine zırhını kuşanmış perdelerini çekmişsin bu gece? Ve eminim ki; "sen göremiyorsun, gözlerinle değil ruhunu işleyerek bak bana" diyorsun. Ancak yine kapandı, sessizlik hakim parlamıyorsun işte.

İçimde, bir sen gördüğün için kaçıyorsun. Bir sen kadar da boşluk gün geçtikçe artan. Ne günler yok ediyor bunu, ne aylar, belki de yıllar...

Yaşadığımız kadar ölüyüz de bu gece. Zaten ne sen vazgeçmiştin ölümü kadeh kadeh içmekten ne de ben. Belki istemeden öldük, ama senin beni suçladığın kadardı bu his içinde. Benim bedenim de canlı bir ruhtan o denli yoksundu. İşte bu yüzdendir ki, ölmekten korkmayışım.


Parıltısını kaybetmiş yıldızlar son kez aydınlatsın içimizi, dökülürken ruhumuzun derinliklerine. Ve sen de güzelce dinlen; bir daha kaybettiğin halde, kaybetmekten korkacak kadar sevme kimseyi...



"Gitmeyi çoktan seçen piyonları durdurmak hakkımız değildi."



Bu gece son kez seni özlemeyi içime çekiyorum ve ben de en az senin kadar korkarak gidiyorum. Rüyalarımda bile seçim yapamıyorum. Geçmişin taze kokusunu hissederken gülümsüyorum ve artık nefret yok. Zaten hiç olmamıştı...

Sana kalan sadece yarım bir sigara ve mektup. Aynı zamanda hiç sevmediğin bir ben ve yarım kalmış değere karşı, ürperen bir ten.

Gitmek isteyen bir ruh, anahtarsa nerelerde bir sen bilirsin ben kadar. Bir oda dolusu boş şişe ve kocaman bir göbekle...

Ne yaparsak yapalım, madem ki umuttan bu kadar yoksunsun ve masumsun. Uykularımda bile sadece senin vicdanın rahat. Çünkü ben "gitme" derken bile gözyaşlarımdan kaçtın...

Kendine sarılmaya çalıştıkça kısalan kollarıyla. Şimdi ağaçların altında ve kocaman dağların ardında dans etmeye çalışan bir kız var bedenimde.

"Sevilmeyi en çokta çiçekler hak ederdi, yine de tüm yapraklar soldu gitti."


Biraz korkaktı ve elleri çokça titrerdi küçük kızın. Gitmek istemezdi ruhu, ancak kalması da pek mümkün değildi. Yine ölümü andı ve gözlerinde parladı güneş. Zaten yaşamayı hak edenler önce kaybederdi kendini.

Kediler, fareleri kovaladı. Sokaklar şimdi daha sessiz...
Neredeydi bu küçük kız? Sadece kedisini arardı griliklerde.

Şimdilik vardı, bir gün sonra yok olurdu ve tekrar dönerdi dünya'ya. Kaçamazdı, kaçtıkça içine düşerdi pisliğin.


Kim sevmezdi ki küçük kızı, ya da kim severdi ve o tutamazdi ellerini. Herkes kadar uzaktı ve bir o kadar da yakın.

Yalnız uyurdu geceleri, hayır aslında uyuduğunu zannederdi. Sadece karanlıktı...
Uyuyamadığı her saniye rüyalarda gezerdi tek amacı kaçmaktı, kaçmak kendi kabuslarından...

Bilirdi, elini tutacak insanları ve yine bilirdi gözünden düşmüş yaşları.

Tek istediği yeni bir hayattı ve yine başladı...
" Hayat fazlasıyla monotondu ve bizi kamçılarken, hikayeler ortaya çıkmıştı"


İnsanı sevmekten geçer başta yaşamak, uzaklaştıkça yaklaşırsın ve gitmekten vazgeçersin. Bu yüzden ceplerim, iyi insanlarla dolup taşar benim.

Ve siyahı beyaz yapabilen gözler, sarmaya başlarsa ruhunu. Yeniden açarsın ufkunu sonsuz gökyüzüne. Gecenin karanlığına hayretle küfredersin. Sonrası ise sadece sende saklı kalır...

Göz yaşların yağmurlarla silinip gidemeyecek kadar yakmışsa içini. Yine güneş, dağların ardına gök kuşağını saklar.


Peki boğazın enginliklerinde, özgürce uçan martılardan farkı nedir ki ruhun. Acı yok, sağlam bas toprağa. Binlerce güzel insan topladın etrafına, güneşin doğuşuna zaman zaman batışına şahit oldun. Hepsine kattıkça gülen düşleri, bir o kadar da aldın ruhun çöküntülerini.

Böylece tüm ruhunu bir bardağa döküp içtin bu 3 ayda. Yeni bir sen neden damağını yaksın ki. Çünkü sen utanmazsan, utanmaz bu dünya senden...


Bir uykuydu, korktun yalnızlıktan ve açtın gözlerini. Asıl güneşti, seni anlamaktan korkan, gecelere sığındın.

Ve şimdi ruhumda güzel bir tatla "Saat sabah beş buçuk müsadenle Rock'n Roll" 
" Uzak durmak istedikçe kalbime daha çok sığınmaya başladım"



Ne zaman mutlu olsak, üzülecekmiş gibi yıpranan ruhumuz. Kaçtıkça kovalanıyor sanki düşünceler...

Kendimize güvenmedikçe, kalbimiz nasıl huzura kavuşacaktı ki? Çünkü savaşın ortasında yapayalnız kalmış,yıkıntılarla dolu şehirler gibiyiz hala. Ya biz yalnızlıktan kaçamıyoruz, ya da tek istediğimizin bu olduğunu anlamaktan korkuyoruz.

Yıpranmış tren rayları kadar hassas yüreğimiz. Bu yüzden ben ruhumu bir aşk kadar dilimlediğim de, sen sadece saçlarını kestiriyorsun.


"Zaten senin de gelmene gerek yok bu gece, tüm huzurumu kendim sardım ve yine kendim içerim"

Yeri gelir yine sever, sevilirim. Artık senden kaçmıyorum bunu bil isterim. Zaten hiç bir zaman kaçmamıştım. Çünkü nedensizdi ve inceydi zaten ruhumuz, sen koparttın o zaman yine sen git. 

Ve bu gece yeniden özgürlüğün korku dolu sözlerini dinledim. Zihnim fazlasıyla boştu ve sen sonunda her yerden silinecektin. 
Buna neden olan "yeni korkularım" saracak bedenimi... 

Sen seçtin, ben alıştım. Şimdilik hoşça kal...