İlk durağım, daha önce hiç yapmadığım şekilde, saatlerimi yolda harcayarak buz dağının görünmeyen kısmına doğru bir yolculuk yaptım. İndiğim yer İstanbul'un bir köyünden ziyade daha çok doğuda derme çatma evlerin bulunduğu sırtlarında çocuklarla kadınların dolaştığı, ellerinde tespihler daha 18 yaşında bile diyemeyeceğim oğlanların ağalık tasladığı bir yerdi. Güzel doğası olan köyleri, yoksulluk adına bırakıp sefaletle hayata tutunmaya çalışan insanlarla doluydu. Gözlerimde binlerce öfke onları bu hale düşüren cahillikti. Cahillik mutluluk getirirdi derken, binlerce hüznü saklamaya da yetmediğini bir kez daha gördüm.

Öğle arası çoktan gelmiş ama doktorlar odalarından anca çıkıyor, hepsi arka kapıdan hastalara gözükmeden yemek yiyip bir sigara içebilmek için kaçıyorlardı adeta. Hastane yine de boşalmamıştı, yeni kayıtlar, yeni hayatlar filizlenmeye devam etti sıralarda. Bir kaç kişiyle daha konuştum, sakinleştirdim iyi olmaları için elimden geleni yaptım. Maalesef ki gerçek bir doktor değildim ve onları iyileştiremiyordum. Buna dayanamayıp gitmek istediğimi söyledim, zaten saat neredeyse 4 olmuştu bile.
Öfke ile karışık hüzünle kendimi yola attım. Ellerinde, çöp kenarlarından topladıkları ekmekleri poşetlere koyan çocukları gördükçe kendime de kızdım defalarca. İnsanları böylesine acılar çekmeye iten sisteme ve dünyaya karşıydım bir kere. Beton yığınlarının altında ezilen hayatlar gözler önündeydi ve çoğu aslında 18 yaşına geldiğinde ölüydü sadece gömülebilmek için bedenlerinin çürüyeceği yaşı bekliyorlardı. Buna bir çözüm bulamıyordum, kalbimde bu güzel insanların yaralı hayatlarıyla yaşamak büyük bir ağırlık vermeye başlamıştı bile.
Tek istediğimizdir ki insanlardan, güçleri yettiği kadar gördüğü ve ihtiyacı olan herkese bir yardım eli uzatması. Biliyorum bir anda bir kaç kişi toplanıp tüm dünyayı yaşanır hale getiremeyecek. Bu asla olmayacak. Ancak çoğunun saflığının altındaki güzellik konuştukça kendinizi de anlamanıza yardım edecek. Hiç bir çocuk züppe ve kendini bilmez insanların geri de bıraktıklarıyla hayata tutunmamalı.
İşte bu yüzden derim ki ben bu dünyaya ayak uyduramıyorum, kalıplarına sığamıyorum ve kendime bu dünyayı sevdiremiyorum.
İnsanlar çok kötü ve insanlar çok güzel.
Son cümle zaten her şeyi özetliyor: "İnsanlar çok kötü ve insanlar çok güzel." Bazı insanlar var ki onlar kötü, diğerleri güzel. Ya da bazı insanlar var ki kötüler ama içlerinde belki kendilerinin bile keşfedemedikleri güzellikleri saklıyorlar. Çok varız ve çeşitliyiz. Maalesef çoğu zaman dengimizle beraber olduğumuz ortamlarda yaşadığımızdan bizim gibi olmayanı pek göremiyoruz. Sokakta yanımızdan geçip gidiyorlar, anlayamıyoruz. Aslında bu dediğim iyinin kötüyü ötekileştirmesi şımarıklığı da değil. Zaten sadece iyiler ve kötüler yok. Hem farklı farklı bir sürü renk söz konusu hem de bu sayısız rengin akla hayale sığmayacak kadar tonları... Ancak olabildiğince beraber yaşayıp birbirimizi anlamaya çalışmakla ve kalbi ortaya koyarak kötülükler yerini güzelliğe, iyiliğe bırakabilir. Yine de temenni bir; herkes için neşeli sevgiler olsun.
YanıtlaSilÖncelikle bu güzel yorumun için çok teşekkür ederim. Çok değerli bir yorum olmuş. Anlamalı insan önce kendini sonra etrafını, anlamak için de dinlemeli ve görmeli hayatları. Dokunmaları küçük dokunuşlar yapmalı hayatlarına. Her rengin tonu farklı gerçekten de insan gibi. Umarım ki herkes için sonsuz güzellikte olur hayata, acısı da tatlısı da
Silhımmmm en iyisi yurtdışında yaşamalı bari o zaman :)
YanıtlaSilAh bir fırsatını yakalasak kaçırmayacağız.
Sil