"Derin
sonunda dayanamayıp, kopardığı papatyalardan bir tanesini kitabının arasına
yerleştirdi".
Kulağına
dolan acımalardan yavaş yavaş sıkılmaya başlamıştı. Yüzünü nereye dönse üzerindeki
boş ifadesiz gözlerden bir türlü kurtulamıyordu. Annesi ise biricik kızının sonunu
yazdığını bildiği için ağlamaktan başka bir şey yapamaz hale gelmişti. Yıllar
önce ona arkasını dönenler bile hayatının merkezi olabilmek için sürekli bir
yarış içindeydi. Derin ise ölümü, sindire sindire soluyordu. Yaşamaktan
vazgeçmek değildi yaptığı, sadece her şeyden ve herkesten uzakta kalma fikri
kanına girmişti bir kere. Yazın ortasında üşüyen bedeninin, umarsız
çırpınışları arasında telefonu çaldı.
“Nasılsın?”
dedi telefonun ucundaki ses.
Aylar önce duyabilmek
isterdi bu soruyu ondan, hiçbir neden aramadan en derinden ve en samimi
haliyle.
“İyiyim, sen
nasılsın?”
“Yarım saat
sonra yanındayım, bugün uzun bir gün olacak. Bekle beni... Seni seviyorum.”
Bir zamanlar
âşık olduğu ya da Derin’in öyle olduğunu düşündüğü adamın sesiydi bu. Hasta
olmadan bir çeyrek terk edildikten bin asır öncesi. İçinde olduğu sahte oyunun
sahnelenmesine şimdilik izin veriyordu. Kendi hikâyesi başlamadan önce kestirip
atamıyordu.
“Peki.” Dedi
onaylar bir homurtuyla ve telefonu kapatıp, battaniyenin altına geri döndü.
“Seni seviyorum” kelimesinin güzelliği ve altındaki maske o kadar yalancıydı
ki. Aylar önce duymak istediği sözleri, neden bu halde duyuyordu ki? Anlam
vermeye de pek çalışmıyordu zaten.
“Derin!
Uyandın mı?” Eylül’ün sesiydi bu. Can
yoldaşı tek arkadaşı, en çokta onu bırakıp gidecek olmak yakıyordu içini. Bu sancılı
zamanları unutturamazdı artık ona, çok geçti ve bunun pişmanlığıyla doluydu
kalbi.
“Odamdayım,
Doruk aradı yoldaymış.”
Koşarak
yanına geldi Derin'in, yatağının kenarına oturdu.
“Bu sabah
sana kahvaltı hazırlayamayacağım için çok üzgünüm ama başka bir şey istersen
getirebilirim.
“Şuan sadece
seninle konuşmak istiyorum.” Gözlerindeki hüzün kendini ele vermeye başlamıştı.
Dudakların dökülecek cümleleri defalarca duymuş ve ezberlemişti. Hiçbir şey
söyleyemiyordu. Derin’in gözlerine bakmaya devam etti ve sustu.
“Tek kelime
etme ve beni dinle lütfen. Bu kimse için bir son değil sende biliyorsun ve…”
“Derin
yeniden başlama lütfen” diyerek sözünü kesmeye çalıştı. Ancak bu sefer engel
olamayacağını biliyordu. Ezberlenen cümleler yerine oturmaya devam etti.
“Anlaşmıştık
ama”
“Bu konuda
seninle sonsuza dek anlaşamayacağım! Kusuruma bakma, hadi şimdi üstünü değiştir.
Her şeyi hazırladım.”
Eylül odayı
hızlı adımlarla terk etmişti. Salona geçtiğinde kendini koltuğa bıraktı ve
ağlamaya başladı. Bu istediği Derin için intihardan başka bir şey değildi ve
savunması kırılmak üzere olan bir kale gibi beklemeyi sürdüremezdi. Kime nasıl
açıklayabilirdi, nasıl müsaade edebilirdi? Onu asla yalnız bırakmamalıydı ve
kendine defalarca söz vermişti. Bir yolunu bulana kadar pes etmeyeceğine
inanarak ağlamaya devam etti.
Derin yataktan
yavaşça kalkarken, midesinin gereksiz bulantısına inat olarak yazdığı şarkıyı
mırıldanarak geçmesini umut ediyordu. Aynanın karşısına geçip kendisine baktı.
"Bu ben
miyim?"
Rüzgârı
hayal etti, tenine değip geçen serinliğini. Tıpkı eskiden olduğu gibi
hissedebildiği ne varsa tekrarladığı gibi. Artık üşümüyordu, içini bir
sıcaklık kaplamıştı bile. Karşısında âşık olduğu adamın gözleri duruyordu. Bu
bir oyundu hala neden böylesine içten duygular ile yanıp tutuşuyordu. Kinci
biri de değildi ancak hastalığının yarattığı mide bulantısından daha mide
bulandırıcı olan oyunun senaryosuydu. Bu hislerden arınmalıydı artık.
"Kar
tanesi hala giyinmemişsin"
Çirkin
bulduğu bedenini saklayabilmek için tüm gayretiyle yatağa attı kendini.
Bakışları ne zaman tenine değse sevgisi nefrete dönüşmeye bir adım daha
yaklaşıyordu. Derin oyununu bitirebilmek için bu sevgiye herkesten daha çok
ihtiyaç duyuyordu. Başta tek korkusunun sevgiyi unutmak olacağını sanıyordu
ölünce, sonuçta sevecek bir şeyler kalmayacaktı yanında. Tam da o anda bunları
düşünürken yüzünde bir gülümseme parladı. Çünkü sevmeyi değil, sevilmeyi bir
zorunluluk yapan bu hastalıklı bedenini geride bırakacaktı. Kimsenin haberi
olmadan geride kalacaktı her şeyi. Aylardır buna hazırlanıyordu ve başaracaktı.
Hiç bir şey
söylemeden yatağın kenarında duran kıyafetlerini üzerine geçirdi. Koltuğun
üzerinde duran çantasını alıp eşyalarını toparlamaya başladı. Dudaklarından tek
bir kelime bile dökülmüyordu, kalbi deli gibi çarpıyordu.
“Bundan
eminim” diye fısıldadı kendine.
Çantasını
Doruk aldı ve ayakkabılarını giyene kadar evdeki kimseden ses çıkmadı. Derin
kafasını kaldırdı Eylül’ün gözleri ile buluştu gözleri. Onaylayıcı bir baş
hareketi ile deli gibi çarpan yüreğine su serpti Eylül.
“İşte
başlıyoruz.”
Devamı gelsin. Güzel başladı. :)
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum devamı gelecek umarım :))
Silmomentos haklıydı işte :)
YanıtlaSilÇok mutlu ettiniz beni gerçekten de çok teşekkür ederim bu güzel değerlendirmen için :))
Sil