Ragıp Bey 1

, , 10 comments


Ne zaman hüzünlense bir duble rakısını koyardı Ragıp Bey masaya. Hiç üşenmeden, geçen senelerde hediye gelen paltosunu sırtına geçirir mahallenin bakkalına yol alırdı. Köşe başında duran Nefise Hanımın mis kokulu çiçeklerinden "Hakkını helal et" diyerek alır ve dönerdi.

Evin kapısını açar açmaz kedisi Muzaffer karşılardı, ellerinde paketlerle Ragıp Beyi. Aldığı mezeleri mutfak masasına koyar, salonun en karanlık köşesinde duran plaklarına koşardı. "Sahne sende Sanat Güneşi" der, Zeki Müren'den başlardı pikabın iğnesi dönmeye.

Ragıp Bey,  müzik öğretmeniydi durur mu başlardı eşlik etmeye masasını süslerken efkârıyla. Pencereden içeri sokak lambasının ışığı süzülürdü, böyle gecelerde asla ışıklarını açmazdı. Özenle sardığı sigaralarını başköşesine koyar, biten her kadehin ardından bir tane yakardı.

Şişenin dibinde kalan son deryayı yudumlamak için asla buz koymaz tek seferde indirirdi midesine. Dudaklarından dökemediği yıldızlar için bir duman ve elindeki boş şişe ile koridorun sonundaki karanlık odaya yönelirdi. Piyanosunun önüne çöker, yarıya kadar erimiş olan mumları cebindeki on yıllık zipposu ile yakar başlardı ruhunun tanelerini tuşlara bırakmaya. Çıkan her bir nota mevsimlerine değerdi bedeninden akıp giden.

Ona hayat veren toprak, ağaç ve gökyüzü. Son günü gibi içinde kalanlar, yıllardır başucunda veremeden sakladığı cümleler.

Bir anda kesilirdi melodisi ruhunun, asla sonunu getiremezdi çocuğum dediği eserinin. Nitekim doğmadan kaybettiği kız çocuğu gibiydi onun için, aynaya her baktığında özlemle andığı. Düşünceleri arasında defalarca kaybettiği…

Ve sonra;

Gecenin huzuru yerini nefrete bırakmaya başladığı anlarda susar, masanın karşısında duran tabloya ilişirdi gözleri. "Şimdi nerelerdesin Oya" diye diye iç çekerdi. Daha sonra kitaplığının karşısındaki kahverengi deri koltuğuna uzanır, gözlerini derin bir hasret ile rüyalara kapatırdı. Rüyalarında hep aynı gün özlenir ve aynı saniyeler kovalardı birbirini.

Sabahın ilk ışıkları ile aydınlanan salonun ortasında duran sehpa ve Muzaffer. 

"Geç kaldık Muzaffer, neden uyandırmadın?" diyerek isyan ederdi. Her zamanki rutini ile evi toplar, kahvesini hazırlar ve önceki gün ütülediği takımlarını üzerine geçirirdi. Geceden kalan son sarma sigarasını yakar bestelerinin olduğu çantayı omzuna takar ve çıkardı. 

Kim bilirdi o günün diğerlerinden farklı olacağını, döndüğü sokağın başında onu bekleyenleri hayal bile edemezdi. 

Arkasına bile bakmadan ilerlemeye devam etti. Elleri terlemeye başlamıştı bile, yıllar sonra nereden çıkagelmişti bu cesaret. Sokağın başına ulaştığı anda gözleri dolu dolu "Şimdi nerelerdesin Oya" dedi. Bu kez nefret huzura dönüşmüştü ancak karşısında duran bir tablo değil, sanat dediği aşkın kendisi duruyordu. 


Yıllarca beklemişti, bir kaç dakika daha bekleyebileceğini biliyordu.

10 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Evet çok önceden yazmıştım zaten, yakında yayınlayacağım :))

      Sil
  2. Çok güzel bir hikaye olmuş. Devamını ben de heyecanla bekliyorum. Bu arada ortak öykü yazmada mimlendin. Sıra sende. 📝
    Sevgilerle

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Berlin Berlin, evet gördüm yazmaya başlıyorum :))

      Sil
  3. Çok güzel bir hikaye, hem meraklandırdı hem de sabırsızlandırdı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim devamını da son postumda okuyabilirsiniz dilerseniz :))

      Sil
  4. hımmmmm bunda film havası var, bir amca, kedisiyle, yalnız, bundan iyi film çıkar valla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başta ben de yaşlı bir adam hayal etmiştim. Sanırım devamını da kafamda yazdığım için kendiliğinden gençleşti :)) teşekkür ederim deep

      Sil
  5. Vav çok güzel bir hikaye sevdim Ragıp beyi 😊arada ki sözler çok güzel olmuş ellerine yüreğine sağlık heyecanla devamını okumaya gidiyorum 😊burada merhaba 😊sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim bu değerli yorumun için, sevgiler. Takipteyim seni de. Sizin de güzel yüreğinize sağlık devamını heyecanla bekliyoruz :))

      Sil