Ölümden Rol Çalmak

, , 2 comments


Her başlangıç bir vazgeçişti ve o yüreğindekileri anlatmak için dudaklarına asla ihtiyaç duymamıştı. Yüzündeki derin çizgiler kaderinin yolları değil hayallerinin oluşturduğu sahnelerin yıkıntılarıydı. Çocukken annesi, "Hayal dünyasından çık artık! Ayakların yere bassın." derdi. O ise asla kulak asmazdı. Zaten anlatmadığı sürece kim bilebilirdi ki hangi denizlerde yüzüp, hangi ovaların rüzgarlarına kafa tuttuğunu. Babasının hastalığıyla da bu şekilde öğrenmişti baş etmeyi. Hayallerinde kimsenin bilmediği şehirlerde gezerlerdi. 

Her sabah uyandığında koşarak yanına giderdi. Hüzün kaplamış uzun koridorun sonundaki aydınlık oda. Yatağın baş ucunda duran çiçekleri sulardı önce. Perdeleri sonuna kadar açardı, güneşi beraber selamlayabilmek için. Yatağın ucuna otururdu ve minik elleriyle saçlarını okşardı babasının. Yüzünü yüzüne yaklaştırır, burnunu burnunu sürterek onu güldüreceğini düşünürdü. Tek bir mimik bile oynamazken babasının yüzünde, o gözlerinin içine bakardı. Göz bebekleri büyümeye başladığı anda mutlu olduğunu anlardı ve sıcak bir gülümseme kondururdu boşluğa. İşte o zamanlarda öğrenmişti konuşmadan da insanlarla anlaşabileceğini. Diğerleri için hiç bir anlamı olmayan küçük bir hareket onun için bir çok şey ifade ederdi. 

Yıllar her günün yeni bir tekrarı gibi geçip giderken küçük kız büyüdü, saçları uzadı. Babası hasta olmadan önce her hafta gittikleri tiyatro oyunlarında izlediği sanatçılardan biri oldu. Her akşam sahnelediği oyunları, usanmadan sıkılmadan bir de babasının karşısına geçip oynadı, her defasında gözlerinin içine bakarak. Binlerce insanın alkışladığı sahnede olmaktansa babasının karşısında olmak içine ilham kattı. Her gün daha çok çalıştı. Daha çok okudu, daha çok anlattı babasına. Belki de hayatı boyunca en çok istediği rolü aldı o ay için. Heyecanına yenik düşmedi asla pes etmedi. Tüm senaryoyu tek yudumda ezberledi, karakterine büründü. Büyük akşam için bekledi tam 30 gün bekledi. 

Ölümün soğukluğunu da aynı gün tattı. Hiç bir cümle hiç bir duygu önüne geçemedi bu derin sessizliğin. Babasının soğumuş ellerini avuçlarının arasına aldı. Son kez baktı gözlerine, son kez veda etti. Oysa ki o akşam sahneleyeceği oyunu babasının da en az onun kadar heyecanla beklediğini biliyordu. Ambulansın iç yakan sireni ardında gizledi nefesini. Haykıracak hiç bir kelime kalmamıştı. 

O akşam babası için çıkacaktı sahneye, bu bir son değil başlangıçtı. Perde açıldı. Sahnenin önüne geldi, gözleri parladı. Sahneyi aydınlatan spotları perçinledi ruhu. Sessizlik çöktü. O akşam sahnede kendi hayatını oynadı, hayallerinde yazdığı her anı ölümsüzleştirdi. Babası yanı başında duruyordu. Elini uzattı. Elleri bir oldu ve beraber selamladılar sahneye akan alkışları. 

İşte şimdi ölümsüzleşmişti babası. Kalbinin derinliklerinde akan duyguları, yeniden dudaklarını kullanmadan anlatmıştı. Ön sırada ayağa kalkıp alkışlayan herkesin gözlerine baktı teker teker. Hayatı için akan gözyaşları, derin bir deniz oldu ruhunda ve hepsini babasının ardından sevgi ile gönderdi. 

Her sene bir kez sahneledi bu oyununu. Yüzündeki çizgiler, hayallerinin ürünüydü. Gözleri ise babasının gözlerinden görüyordu. Oturup tek bir nefeste izledi kendini. Gurur duydu ve sarıldı...

2 yorum:

  1. of çok duyarlı ve hüzünlüydü. bak bu requiem gibi yazı daaa iki filmi hatırlattııı, konuş onunla, hable con ella, bu bir, bir deee, mr. morgan's last love (michael caine) :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hikayelerim bir senaryoya dönüyor sayende. İkisine de bakacağım en kısa zamanda. Teşekkürler deep :)

      Sil